$2.99

27 Ağustos 2006 Pazar

Sanki Kısalar Sana Bayılıyor!




Bir Epilasyon cihazi reklami var, mutlaka izlemissinizdir; üc dört tane Sex and The City ve Desperate Housewives kirmasi hatun cafe gibi bir mekanda oturur ve sohbet ederler, buraya kadar bir kurgu ve senaryo harikasi olmak icin yeterli ozellikleri halihazirda üzerinde bulunduran reklamimiz; buradan sonra kopar gider..

"Kisalar hic cekilmiyor" gibi abuk, imali, cirkin bir laf sarfeden kirmizi kafali arkadasin arkasindan bir cift goruruz, reklamin baslangic sahnesinde iceri girmekte olan bu ciftin temel ozelligi erkegin bayana gore daha kisa olmasidir. Reklamda da bu sebepten gorunurler ya, neyse.

İste, erkegin makus talihi burada tekrar boy gosterir. Aslinda hatun kisiler kendi aralarinda kisa killarindan bahsederken kendisi de kisa olan abimiz, dogal olarak alinir.

Ve, kadinini elinde tutmak isteyen her erkegin yapacagi gibi , sacmaya baslar.

"Cay?"

Buradan sonra yine absürt bir laf geliyor ablalarin tekinden; "Uzatmadan kurtulacaksin" gibisinden birsey, ama reklam girdigi gibi beynimin sol lobu uyustugu icin pek net hatirlayamiyorum.

Peki erkegimiz bu duruma ne tepki verir?

"Kahve?"

Ya güzel abicim, o üzerindeki ceketten, yaninda senin cinsiyetinin onunkinin tersi oldugunu belli edecek bir pozisyonda gezindigin abladan utan bari. Hadi anladik, metroseksüelligin yani sira nezaket gibi biz erkeklerin unuttugu bazi ozellikleri de bünyende barindiriyorsun, bu; "Ulan benim kisa olup olmamam size kinaye konusu mu oldu , siz benim nerelerimin ne uzunlukta olduğunu nereden biliyorsunuz?" seklinde bir cikis yapmani engelliyor..

Belli ki ortama da gruba da yabancisin, kiz arkadasina cikip "Senin bu dümbük kankalarin ne diyor boyle?" seklinde bir serzeniste de bulunamiyorsun;

Senin oradaki mevcudiyetinin tek amaci hatuna birseyler ismarlamak midir? Kisaligini bununla mi ortmek pesindesin ? İs cüzdan sinirlarina kadar dayandiysa, sen hakkaten her anlamda kisasin demek ki , ben bu sonuca vardim vallahi.

Ezik seni ya, demek ki allah muhafaza hatunlardan biri "Vah vah vallahi eziklerse hic cekilmiyor" gibi bir laf etse, Goldastan taksitle alip cebinde tasidigin tek tas yüzügü hemen hatunun parmagina gecirivereceksin. Bravo, abla s.ctiktan sonra g.tunu de siliyorsundur sen.





Not 1 : Ben Kisa degilim , ama yine de kompleksime olan övgüleriniz icin tesekkür ederim.

Not 2 : Hayir ulan hayir, ben fasist ya da kadin düsmani da degilim. Asil kadin düsmani , kisa biriyle cikmayi gurur meselesi yapacak, sonra da bunu kahve ya da cayla unutmaya son derece meyilli kadinlar yaratip bunlari utanmadan insanlara seyrettirendir.

Simdi dagilin.

Not 3 : Braun'mus markasi, ibret olsun diye resmini de koyuyorum. Abimizin resmini bulsam onu koyacaktim aslinda.

26 Ağustos 2006 Cumartesi

Guns'n Fuckin' Roses!



Evet, artik aradan biraz zaman gectigine gore konserden aklimizda kalanlari yaziya dokebiliriz;

Axl'in ben ve bana benzeyen binlerce dostumu ( Onbinlerce demeyi cok isterdim tabii ) yeni dogmus birer bebek gibi kucagina alip, sirtimizi sivazlayip keyifle gazimizi almasinin uzerinden bugun itibariyle bir bucuk ay gecmis.

12 Temmuz sabahi , saat 07:10 gibi hala hayatta oldugumu farkederek ayaklandigim siralar, Syd Barrett'in vefat haberini dort gun gec almis rezil bir Floydian, bademcikleri minyatur birer bilardo topu kadar olmus bir grip magduru ve sayilan iki maddeye ragmen butun gun isleriyle tek basina ugrasmak zorunda kalacak olan beceriksiz bir personelden ibarettim.

Ve aksam saat dokuz gibi; Axl bizi bekliyor olacaktı.

Gunun nasil gectigini hatirlamiyorum; Sermaye Piyasalarında calisan bir insanin siradan is gunlerinden birini berbat parantezine alip degerlendirirseniz; iyi bir sonuca ulasacaginiza eminim.

Surune surune de olsa, kadim dostlarimdan biriyle konser alanina vardigimda saat yedi bucuga geliyordu; o sira yedigim halti benimle paylasmaya gonullu sadece birkac bin kisinin orada bulundugunu fark ettim. Bunlar da kendi iclerinde oynadiklari oyunlara gore degisik gruplara ayrilmislardi;

Taktiklari sari bilekliklerle ( ki onlarin aslinda kene tasmasi olduguna dair saglam duyumlar aldim ) sahne onunu domine etmis olan, Axl'in direkt olarak menzilindeki arkadaslar, biraya benzedigi soylenen tuhaf sari bir maddeden iciyorlardi. Cok eglendiklerini soyleyemem, hepsinin de yuzunde tuhaf birer ifade vardi.

Mora calan enteresan bileklikleriyle VIP'ler, her zaman olduklari gibi cok sıktılar. Kendileri icin konser alaninin iki yaninda hazirlanmis tribunlerde; bizden biraz yuksekte konser izleyecekleri; ve bu yukseklikten oksijen komasina girme ihtimalleri yuksek oldugu icin bol bol sigara ictiklerine sahit oldum. Nedendir bilmem, konseri plastik ucuz sandalyelere oturarak; durbunle izlediler. Bir Guns'n Roses konserinde uzerine oturulacak en iyi seyin sivri bir kazik oldugunu kendilerine kimse soylememis gibiydi.

Ve diger grup, ki bu benim grubum oldugu icin biraz iltimas gecmemi dogal karsilayacaginizi dusunuyorum; kollarina saatten baska birsey takmayanlar. Biz de kolumuza saatten, kafamiza da tokadan baska birsey takmayarak konser alaninda kuduz kopekler gibi dolastik durduk. Tuborg kizlarinin arkasinda tornado gibi kosturanlar kesin bizdendi, Sigara satan kizlar konusuna ise deginmek bile istemiyorum.

Bir alt grup izledik ki, hatirladigimda bile kan beynime sicriyor. Biz uzun sure sahneye baktik lakin ne yapmaya calistiklari hakkinda ne yazik ki bir fikir sahibi olamadik. Almanya'dan buraya HardCore yapmak icin geldiklerine inanamadim, gerci yaptiklari seyin HardCore'la da pek alakasi yoktu. Bir ara Ramones caldilar saniyorum, o sira da ben isemekteydim.

Benim icin marjinal faydalari sifir oldu kisacasi, cunku ben islik calsaniz bile kolaylikla iseyebiliyorum.

Inanmayacaksiniz ama, bu konser alaninda Axl'in biletin uzerinde yazdigi saatte cikacagina inanan, ve bu dogmatik-sacma-nedensiz-putperestce inanci gerceklesmeyince kizip yuhalamaya baslayan yuzlerce; ne yuzlercesi binlerce insan gordum. Kardesim, bu adam boyle bir b.k; ha siz zaten bu huylarina vakif degilseniz burada ne ariyorsunuz dediysek de dinletemedik. Yuhladilar, Axl da Immune to Yuh yapiya sahip bir insan oldugu icin, tum yuhlamalara ragmen saat 22:50 gibi sahne aldi. Acikca soyleyeyim, ben 22:30 gibi bekliyordum. Aradaki surede beklerken stresten ictigim sigaralarin nikotinlerinin mumkunse Axl'a girmesini gerekli mercilerden rica ediyorum.

Welcome to the Jungle, giris icin her zaman inanilmaz bir parca. Boyle bir sarkiniz varsa, giris icin sansinizi denemenize hic gerek kalmiyor. Netekim; Axl da turnenin onceki ayaklarinda yaptigini aynen uyguladi.

"You know where the Fuck you are?"

Ilk duydugumuz buydu, ve biz neyle karsi karsiya oldugumuzu biliyorduk.

Uzun uzun playlistten bahsetmeyecegim, nasil olsa ogrenmissinizdir. Nightrain'i cok guzel caldilar, bir de Paradise City'yi. Butun sarkilar guzeldi, sahnede Guns gibi bir grup oldugu muddetce kirktan az sarki caldiginizda asla tum fanlari mutlu edemezsiniz; o yuzden muskulpesent olmamanizi tavsiye ediyorum.

Axl iyiydi, hatta cok iyiydi, yok sesi gitmis, yok oraya kamyoncu g.tu izlemeye mi gidiyoruz seklinde yorum yapan arkadaslara kapak mahiyetinde sarkilarini da soyledi, dansini da yapti, geriden kosup sahnenin ucunda fren yapma hareketini de eksiksiz olarak basardi. Eskiden daha mi iyiydi acaba diyenler soyle bir buyursun;



Tamam ben de bu adami boyle izlemek isterdim; ama sene 1992, ya bana deseydi "Ulan o zaman sen buraya neden 10 yasindaki halinle gelmedin?" Sebastian Bach boyle merakli bir ablamiza "Seni de on yil sonra gorurum" seklinde bir ayar vermisti, hatirlatmayi bir borc olarak bilirim. Insanlar bazen bazi seyleri geride birakmalidir, nasil artik metalciler bile seksenlerde oldugu gibi pespaye giyinmiyor, kendi iclerinde elit-les-bitli-deli metalci gibi gruplara ayriliyorlarsa, bu adamlar da degisiyorlar. Axl istedigini yapmakta serbest benim gozumde, benim icin Paradise City soyledi mi soyledi, butun gece oradan oraya kosturup mikrofonla kendi etrafinda dondu mu dondu.

Olay bitmistir diyor, ve sahnede yer alan uc gitariste soyle klavyemin ucuyla deginiyorum.

Robin Finck, sana hicbir sey demiyorum. Sen boyle gidersen kendi basina gelmis en kotu sey olacaksin zaten. Bir de, o kirmizi coraplari cikar da adama don; senin bu gruba, bu seyirciye yaptigini Buckedhead yapmadi be.

Bumblefoot, biraz daha ucuncu gitarist gibi takildigi icin, ne haltlar karistirdigini cok anlayabildigimi soyleyemem. Dont Cry sirasinda o ucubik gitarini bozmasa, eglenceli birsey izliyorduk ama orasi kesin. Ben kendisini begendim.

Ve Richard Fortus; kesinlikle bu uclu icerisinde konserde Guns gitaristi tanimlamasini en cok hakeden adamdi. Gitari calmak yerine dovmeyi, tokatlamayi, kafasina kafasina vurmayi tercih etmesine ragmen, her haliyle Finck'in telleri titretmesinden cok cok iyi isler yapti. Bravo, helal olsun diyoruz.

İzzy vardi bir de derseniz terslerim; Izzy oralara kadar bize endamini gostermek icin gelmis. Ya Axl ile hala aralari cok ciddi bozuk, para icin kicinda geziyor, ya da bu turne adami cok yordu ( ic sesim nesine yoracak lan, iki sarki caliyor zaten diyor ) bilemiyorum ama, bitse de gitsek modundaydi sadece. Yine de saygilar, sapkasina da, siyah gitarina da hastayiz.

Konser bitti, bis yapildi; bis bitti. Hala bekleyen insanlar gorduk etrafimizda. Ya, ikinci bis olmaz, olmayacak, asla olmamis; bu adamlarin dini inanislarina, karakterlerine, Axl'in fitratina aykiri ikinci bis dedik. Yine dinletemedik, bize sadece DenTur'un sandal bozmalarina oturup vay be demek kaldi.

Guzel geceydi. Bana hasta halimle "Gidecek misin bu halde?" diyenlere "Manyak misiniz?" dedirtti ya, o bile yeter.

Bir daha gelsinler, tek basima olsam yine giderim.

23 Ağustos 2006 Çarşamba

Magsurrection's Wrath! Complation Vol.1

Hola !

Düsündüm de, kendimce sevdigim sarkilardan kucuk albumler yapabilirsem, ve bunlar butunluk olarak belli bir ruh halini bunyelerinde barindirirlarsa eglenceli olabilir.

Ve iste, bu hastalikli dusuncenin ilk urunu, Vol.1 Toplama albumum; "Strange and ironic" :



1. Sepultura - Beneath The Remains
2. Guns'n Roses - Mr. Brownstone
3. Black Label Society - Sold My Soul
4. Paul Di'anno - City of Fools
5. Steve Vai - Fuck Yourself
6. ZZ Top - Vincent Prize Blues
7. Voivod - Strange and Ironic

"Hani konsept ulan dangalak?" dediginizi duyar gibiyim. Sakin, hemen izah ediyorum;

Lubnan'da savasin arkasindan bu sefer de hastaliktan olmeye devam eden cocuklari aklinizdan cikaramadiginizi;

Bu berbat haberden dolayi en derin bad trip alemlerinde dolasmaniza yetecek kadar "iyi" oldugunuzu,

Sevgiliniz tarafindan onu yeterince sevemediginiz icin terkedildiginizi dusunun, ve bu esnada etrafinizin aptallarla dolu oldugu İstanbul gibi buyuk bir sehirde, trafiktesiniz. Yaniniza yanasip size salakca gulumseyen tum insanlara "Fuck Yourself!" demek istediginizde,

ve tum bunlara ragmen, cool tavrinizi koruyabiliyor olursaniz;

iste hayatinizin doruk noktasi bu sirada bu albumu dinleyebilmek olurdu.

"Strange and ironic", ha ?

Diablo II

Efendim bildiginiz uzere ( veya bilmediginiz uzere, beni en fazla bir klozetin herhangi bir b.ku tanidigi kadar taniyor olmalisiniz ) Diablo II hayatimda yer tutmaya devam eden bir oyun.

Asagida, buldugum ilginc itemlerin yer aldigi screenshotlar var; yakinda vakit bulursam diablo screenshotlariyla bir fotoroman hazirlamayi planliyorum.

















21 Ağustos 2006 Pazartesi

Jacques Louis David

Dokuz yaşındayken babasını bir düelloda kaybeden, iki kere hapse girip kaçarak hayatını kurtaran, Robespierre'in sıkı dostlugundan Napolyon Bonapart hayranlığına terfi ederek Politik görüşünü her zaman sanatına yansıtmış, hayatı boyunca tek bir manzara resmi çizmiş ( o da hapiste - kaldı ki sözkonusu resmin de ona ait olmadığı iddiaları da kuvvetli ) bir ressamla karşı karşıyayız;

Jacques Louis Davis, çalkantılı bir dönemden onlarca büyük ressam yetiştirerek ve yeni bir akım yaratarak kurtulmayı başarabilmiş büyük bir sanatçı.

1775'te daha sonraları Degas gibi büyük yeteneklerin de sahip olacağı Prix de Rome ile yeteneğini daha ileriye götürebilme imkanına sahip olan ressam; sözkonusu bursu aşağıdaki resmi ile kazanmış.



Aşağıdakiyse, benim en sevdiğim tablosu;



Sokrates, bildiginiz gibi baldıran zehiri içerek idam edilmişti. Kendisini götürmek için geldiklerinde ağlayan eşine neden ağladığını sormuş; "Seni masum olmana rağmen idam edecekler" cevabını alınca "Suçlu olduğum için idam etseler daha mı iyi hissederdin?" gibi bir karşılık vererek, retorik nedir ne değildir Eflatun dahil herkese göstermiş. Tablo ise gerçekten kusursuza yakın, yoğun Caravaggio etkileri görülmesine rağmen David'in renk kullanımındaki yeteneği burada da kendini belli ediyor. Sokrates, elini fikirlerinin yüzyıllarca yaşayacağını ( hatta erken hristiyan inançta bile belirgin bir yer edineceğini ) öngörürmüş gibi yukarı kaldırmış, öğrencileri bile onun bu pasif tutumu karşısında kendilerini kaybetmişler. Zindanındaki yatağının üzerinde duran harp, Sokrates'in son günlerini yeni bir nota çalışarak geçirdiğini ileri süren Eflatun'un savına atıfta bulunmakta.

Bence resmin en güçlü bölümü Sokrates'in ayakucunda oturan kişi; diğerlerinin aksine kendini kontrol eden, hocasının kararına kederli bir saygıyla karşılık veren, beyaz elbiseleri içinde çaresizlikle ellerini birbirine bağlamış olan Eflatun. İnanılmaz.

Buyrun; David'den birkaç tablo daha :

Mesela, Napolyon'un elini ceketinin içine sokulu çizildiği ilk tablo;



Eserlerinde politik düşünceleri ve idealleri üzerinden fikirlerini yansıtmayı incelikli bir şekilde başaran Jacques Louis David, antik çağ üzerine de birçok çizime sahip. Mesela Troya'lı Hektor'un başında yas tutan Andromak;



Ressamın kendisi ve ögrencileri hakkında ayrıntılı bilgi isteyenler, aşağıdaki linkten devam edebilirler;

http://www.artrenewal.org/asp/database/art.asp?aid=40

Harrogath'daki Ses

Emrah Arısoy'un seslendirdigi, Frigit Highland dolaylarindan manzum bir eserle programimiza kaldigimiz yerden devam ediyoruz;

Harrograth daki ses Harrograth daki ses BAMMM
Harrograth da Deus Ex, ter akıyor sırtımdan.
Kolay değil böyle ortamda Baal onarmak
Kesmak, parçalamak, çılgın gibi doğramak,
İçimden geliyor vahşice savaşmak,
İyi dinle gerçekler şimdi başlayacak


Uzun lafın kısası, Rogue Enchampment da başladı
Bizim cillo Kashia yanıma yanaştı
Demonhide ayakkabı, üzerinde Lether armor,
Bırak bu ayakları hepsi bayat
Bİraz lak lak questleri verdi
Anlayın artık Deus Ex işi bitirdi
Stone field a mı gidelim yoksa den of evil a?
Blood Raven görmesin söyler hemmen Baal a
Bir gecelik performansla 4 quest birden
Andariel, Druel, Mefisto, Diablo hepsi the end...

Bir, iki üç, dört quest sonra, Diablo oldu mafiş ben ise bomba
Bunca performansa vallahi pes pes
E katıl sen de bize Harrograth daki Ses....

Harrograth daki ses Harrograth daki ses BAMM
Harrograth daki ses Harrograth daki ses BAMM BAMM


Harrograth daki Ses kes stress yaratma
Hepimiz Baal ı kesmeye geldik buraya
1-2 item kontrol, Wrist Blade elimde
Yaklaş çekinme, hele bir beni dinle
Benim adım Deus Ex ama bana ağa derler, Critical Damage lerim tır gibi ezer, geçer
Aynı boks maçına benzer, bir vuruşta knock-out ve Deus Ex .......
Deus Ex bomba gibi niye diye sorma, korkuyorsun işte direnme boşuna
Öleceksin işte boşuna inkar etme, alsana Deus abinden bir hediye
İleriye bak önceki questlere kafa takma, kes, öldür, parçala, herkesi tokatla
İyice bi yorul iç bi potion of stamina, deus Ex abine Sakın yan bakma

Harrograth daki ses Harrograth daki ses BAMM
Harrograth daki ses Harrograth daki ses BAMM BAMM


Bursa - 2006
Published by Deus Ex The Slayer -YoW-

Ha, kimdir bu Deus Ex derseniz, kendisiyle ilgili elimde soyle bir meta var;

Kulak!

13 Ağustos 2006 Pazar

Metallica - Death is Not The End

heavy metal, yillardir bu gezegenin dort bir kosesinde cinlamakta olan bir muzik turu, Metallica da; bu muzik turunu yillardir hakkiyla yapmakta olan nadir gruplardan biri.

Sozkonusu arkadaslarin yeni bir sarki uzerinde calismakta olduklarini duyunca olayin uzerine direkt atladigimi soyleyebilirim, henuz elimizde sadece konser kayitlari bulunan sarkinin adi Death is Not The End.

Sarki Metallica'nin muzikal yolculugu gozonune alindigi zaman cok ilginc bir yerde durmakta, bana kalirsa fazlasiyla Black/Load/Reload esintileri tasimakta; arada kullanilan cift kroslari saymazsak tabi.

Girisi bircok yerde bahsedildigi uzere fazlasiyla Harvester of Sorrow'a benziyor, ama devam bolumlerinin fazla alakali oldugu soylenemez. Son donemde nu-metal'de belirgin olarak kullanilan ve Metal Entelijansiyasinin GayPart olarak adlandirdigi yumusak gecisler, Frantic'te benzerini gordugumuz uzun ve sert enstrumental baglantilar, Kirk Hammett'in son yillarda bir sarkiya en cok yakisan solosuyla birlesince ortaya gayet hos birsey cikmis.

Kim ne derse desin, Metallica hala hayatta, ve hala bu isi hakettiginden fazla onurlandirilip tanri mertebesine cikarilan bircok isimden daha iyi yapiyorlar.

12 Ağustos 2006 Cumartesi

Ghostbusters in Hell!

Seksenler denildiginde akla gelen onemli metalardan biri de, elimizde elektrik supurgeleri, onunde hayalet resmi olan tisortlerle hayalet kovalayip durmamizi saglayan Hayalet Avcıları'dır.

İlki 84'te cekilen film, inanilmaz bir ilgiyle karsilasinca 89'da devam filmi cekilmis, yapimcilarin bu filmin ardindan beyazperdedeki tezgahi toplamasi sonucu Hayalet Avcılari sadece cizgifilm serileri olarak karsimiza cikmisti. Hatta bu kavramdan hareket eden iki ayri Hayalet Avcilari serisi oldugunu hatirliyorum; birinde orjinal filmdeki theme uzerinden hareket edilirken digeri daha fantastik bir yapimdi. Bas kotu derim, siz de eminim hatirlarsiniz. Raksotek denilen tuhaf ve insan kerkme uzerine kurulmus [batmis olmasina sasmamali] Home Video sirketi bunlarin kasetlerini fahis fiyatlara satiyordu seksenlerin sonlarinda, su an bir tanesi karsimda duruyor hatta.

Yapimci ve senarist Harold Ramis, nihayet ucuncu filmin senaryosunu bitirdigini; ve filmin yakinda pre-production asamasina gececegini duyurmus. Cast konusunda da ilginc fikirler var, orjinal kadrodan Rick Moranis ve Dan Aykroyd'un bulunacagi simdi elimize gecen son derece guvenilmez bilgiler arasinda [IMDB'de ne yazik ki projeyle ilgili bilgi bulamadim] . Yanlarina Ben Stiller dusunulmekte, ben sahsen Stiller'i grotesk tavriyla boyle bir filmde dusunemiyorum.

Konuysa, Hayalet Avcilarinin New York'tan baska bir boyuta gecisleriyle ilgili olacakmis.

Ninja Kaplumbagalar 3 mü ? Evet, onun da boyle bir konusu olmustu.

Evet, o hezimetle sonuclanmisti. Elindeki malzemeyi iyi degerlendiremeyen bir senaristin yapabilecegi en iyi sey, boyut degistirmekti. Spider Man 3 cekildi, gosterime girecek, Peter Parker boyut degistirdi mi ? Ya James Bond?

Ninja kaplumbagalar demisken, soyle de bir tiyo vereyim hemen;

Forty-Four Turkish Fairy Tales [1913]




Sacred Text gezmekten son derece keyif alabileceginiz bir site. Tabii adi uzerinde, sacred konulara ilgi duyuyorsaniz.:)

Yukarida kapagini gormekte oldugunuz kitap, 1913 yilinda unlu Turkolog Dr. Ignácz Kúnos tarafindan derlenmis ve Turkceden Ingilizceye tercume edilmis. Kúnos 1870'de Budapeste'de kurulan Turkoloji kursusunun kurucularindan biri, saygin bir bilimadami.

Anadolu'nun cesitli bolgelerinden derlenen kitapta, 44 degisik peri masali bulunuyor; bunlarin arasinda "Gulen Elma, Aglayan Elma" gibi bizce de cocuklugumuz sirasinda dehsetle dinlenmis masallar da mevcut.

Firsat bulursaniz mutlaka bakmalisiniz, cunku sayfa aralarindaki illustrasyonlar insani dehsete dusurecek kadar guzel. Yakalayabileceginiz ilgi cekici detaylar da cabasi, mesela sozkonusu illustrasyonlarda kullanilan yazi tipi, bariz bir sekilde arabik bir font. Bununla beraber, kitabin girizgah bolumunde yazar kulturel altyapiyle ilgili bir cerceve cizerken, Turk inancina gore dogada bulunan kotu guclerin "Devler" olarak adlandirildigini; kitap icinde zaman zaman ayni anlama gelecek sekilde "Araplar" kelimesinin de kullanildiginin altini cizmis.

Turk kulturu uzerinde Ejderhalarin da iz birakmis oldugunu, kitap sayesinde daha ayrintili olarak gorebiliyoruz. Koçyiğit FRP'cilerimiz arasinda bu kavrami Tolkien'in yaratmis olabilecegini dusunenler oldugunu gozonune alirsak, ayrintinin onemi biraz daha net cikiyor ortaya.

"The Magic Turban, the Magic Whip and the Magic Carpet" isimli masalsa, ayri bir bomba. Basliktan anlayabilecegini uzere, klasik ucan hali geyigini icermekle birlikte, turban ve dev kavramlarina getirdigi bakis acisiyla ufuk aciyor. Merak edenler oykuyu soyle bir okuyup cizimlere bakarlarsa, turban diye insanlarin kafasina gecirilmekte olan kafesin eskiden nasil birsey oldugunu gorebilirler.

Bunun disinda, kitabin sonunda İngiliz okuyucuya yardimci olabilmek icin hazirlanmis bir Turkce sozcuklerin anlamlari kismi var ki, gercekten ilginc olanlara soyle bir goz gezdirebiliriz bence;



Aga = Officer, chief

Bey = Nobleman

Dervish = Mendicant monk [Bunu zaten Age of Empires sayesinde herkes ezberledi]

Houri = Large-eyed girl figuring in Paradise [Acaba yazar bu terimin buyuk gozlu kizlari kapsadigina nasil karar verdi?]

Kavedji = Coffee-maker

Madjun = Spell-food [Vay..Spell food demek, insanlar bosuna Bulent Arinc'in neden bu kadar macuna duskun oldugunu merak etmiyor demek ki..]

"Wallahi!" = "By God!"

Tuhaf degil mi ? By God, oyle !

Son..[2005 sonundan bir yazı.]

21:05 02/01/05

(ben kaybettiğim yolumu ararken ayrı yönlere gidip kaybolan tüm kardeşlerime...)

Sessizlik lütfen;

Yıllar sonra; gülümseyen sevgililerin, kapanıp açılan perdelerin ve yere düşen dünyaların ardından

Tekrar hepimiz adına konuşuyorum.

Yalnızlığa ve diri diri gömülmeye mahkum edilmiş ruhlarımızdan, gökyüzü ve toprak arasında bakmaya değer birşeyler göremeyen gözlerimizden ve içimizden silemediğiniz gururumuzdan tanıyorsunuz bizleri. Yüzümüze sıçrattığınız çamur yakaya takılmış ölü bir karanfil kadar belirgin hala, insanca gülümsemeye çalışarak veya ağlayarak silemedik çünkü...

Delirmiş şairlerin çocukları, günah ile ışıltılı cennetten inen sevginin birleşimi olan bizler, dişlerimizi kıran elektriğe ve yalan dolu sözlerinize rağmen hala buradayız, bunu size hatırlatmak benim amacım. Radyasyonlu hücrelerimiz, ağır ağır ölmekte olan beyinlerimiz ve dudaklarımızdan sızan kan tekrar karşınıza dikilmemize engel olamamış göründüğü kadarıyla.

Bize böyle dudaklarınızı ıslatarak bakmanızın bir işe yaramayacağını üzülerek söylüyorum, günahkar bedenlerimize kazıdığınız şehveti öldürmeden buralara kadar gelemezdik zaten. Denemeniz başarısız olduğuna göre bakışlarınızı tekrar küçük çocuklara çevirebilirsiniz. Biz görmemezlikten geliriz. Siz yüzyıllardır yaptığınıza göre gözlerimizi kaçırmak zor olmamalı.

Görmek demişken; elimizden aldığınız hayatlarımız bir köşede unutulmuş duruyor, görebiliyorum. Onları sahte cennetinizin vestiyercisinden istemeye geldim, bu yükü taşımaya nihayet hazırım. Yıllar sonra, çekinmeden yere bırakabileceğim kırılmış umutlarımdan başka hiçbir şey yok sırtımda, zincirlerimden kurtuluşuma zaten şahit olmuştunuz, hatırlatırım. Gömleğinizdeki kan lekeleri o günden kalmış olmalı.

İzin verin, hafif eğri duran maskenizi düzelteyim. Nasıl olsa altında ne tür bir canavar olduğunu biliyorum, yüzünüzü görmekten size inanan cemaatiniz ya da seks sonrası terli gülümsemelerle karınlarını doyurduğuz insanlar kadar korkmuyorum. Laf aramızda kalsın, sizin pis yüzünüzü Adem'in Havva ile sevişip spermlerini halıya sıçrattığı günden beri görüyorum.

Evet, bence de biraz solgun görünüyorsunuz. Nesiller sonra damarlarınızdan çekilmeye karar vermiş kandan olmalı. O artık cebinizde, zengin sevgililerinizin kasıklarında ve hayatlarını aldığınız liseli kızların yataklarında dolaşıyor. Bugüne kadar eksikliğini hissetmemeniz gayet normal, atmayan bir kalp olmayan bir kanı nasıl pompalayabilir ki ?

Kan bile kendine akacak yeni bir mecra bulmuşken sizin bu bok çukurunda takılıp kalmanızın izah edilecek bir yönü olmamalı.

Hezayana yer yok, size öldünüz demek istemedim, beni kasıtlı olarak yanlış anlamaya çalışmayın lütfen.

Yaşadığınız günler öyle uzakta kaldı ki, onları hatırlayamıyorum bile. Ama ille de ölümden bahsedelim diyorsanız, biz öldük bir ara, bunu inanarak söyleyebilirim.

Tıpkı bu dünyada bir parça olsun doğru söylemeye çalışmış herkes gibi; önce güzel, çiçeklerle, pastadan yapılmış evlerle ve meleklerle ilgili bir masal anlatmaya çalıştık, daha sonra da uykuya daldık.

Siz başımızda öldüğümüzden emin olmak ve doğrularla kirlenmiş gözlerimizi yuvalarından sökebilmek için beklerken, bizim kalbimiz yeni doğmuş bir bebeğe aitmişcesine ilk defa atmaya hazırlanıyordu.

Omuzlarımızdan parça parça olup yerlere saçılmış gökyüzünün son kırıntılarını silkelediğimizde ilk nefesi çektik ciğerlerimize.

Öfkemiz kanımızda kalbimizden parmaklarımıza kadar ulaştığında açtık gözlerimizi, ilk kez o an gördük mağaraya zincirlenmiş olan sizleri. Hayat ne kadar adaletsiz değil mi, üzerimize defalarca kilitlediğiniz kapının sizi içeride bıraktığını bu kadar geç farkettiniz. Endişeniz yersiz, kurtlar, dağlar, güneş ve gerçek varlığınız dahil olmak üzere sizi korkutan herşey dışarıda kaldı.

Geçmiş hayatlarınızı tükürmenizi söylemek için geldik biz, maskenizi yere atarak çiğnemenizi, kanınızı tekrar damarlarınıza çekmenizi söylemek için geldik! Bembeyaz sandığınız ay ışığının yüzünüze kıpkırmızı vurduğunu söylemek için...

Zihninizde sizi peşinden sürükleyen ve uğruna milyarlarca kardeşinizi öldürdüğüz manifestolarınız ile buradan bakınca kendisine kalacak ev bulamayan bir evsize benzediğinizi söylemek için...

Ruhunuz sokakta kalmasın diye onu bir fahişenin yanında sabahlatmak, sabah melteminin serinliğini unutmanıza sebep olmuş. Duvarında güzel yalanlar yazan sıcak odanızın yanında inancınızdan başka birşey düşünmemiş, son odun atıldığından beri yüzyıllar geçmiş olan sobanız sönmeye yüz tutunca gözünüzü tekrar sabah güneşine dikmişsiniz.

Oysa biz; unutulmuş parkların müdavimleri hazırız akşam ayazına, ya siz?

Sizi koruyacak cici kaplı kitaplarınız olmayacak yanınızda aç kalmış kurtlar etrafınızda dönmeye başladığında, ve biz onlara diğer yanağınızı çevirmenizi katiyen tavsiye etmiyoruz. Onlar kör birer dilenci olmadıklarını biliyorlar, umarız siz de bir gün tanrının oğulları olmadığınızı farkedersiniz.

Biz size köpekleştiğiniz günlerden öncesini hatırlatmaya geldik. Siyah elbiselerimiz ve tüm savunduklarınıza yönelen nefretimiz sizi korkutmamıştır umarım.

Görüyorum ki güzel gözleriniz hala iftira dolu. Şeytanla söylediğiniz gibi bir bağlantımız asla olmadı, bizi başınızdan defettiğiniz için yalanlarını anlayabilecek kadar uzun süre başbaşa kaldık sadece. Tanışmanızı isterim ama, en azından ne kadar çok ortak yönünüz olduğunu farkedebilmeniz için. Sizin zafer dediklerinize o istatistik diyor, en önemli farklılık bu.

Eskiden onu denizin üzerinden görebilecek rahat evleriniz olduğu zamanlar sevebiliyordunuz güneşi; şimdi bu da yeterli olmuyor, ona sahip olmak istiyorsunuz. Hırsınızı her zaman için takdir ettik ama o tepenize düştüğü zaman pek de dost canlısı olmadığını fark edeceksiniz.

Bizi gönderdiğiniz, ona ve tüm evrene cok yakın olan bir yerden size bunları söylemek için geldik...

Anlamayacağınızı bile bile söylemeye devam edeceğiz bunları, kollarımızdaki tırnak izleriniz geçmediği sürece burada kalmamızın bir sakıncası yok bizim için. Evlerinizi, arabalarınızı ya da kusursuz eşlerinizi istemiyoruz, bizi gömdüğünüz yerden çıktığımızdan beri onları görmüyoruz zaten.

Sizi, hiçbirinin gerçek olmadığını anlayacağınız günlere ulaştırabilmek için buradayız; yalanın gerçekten, karanlığın ışıktan, kötünün iyiden daha güçlü olduğunu son bir defa daha hatırlatmak için...

İşte bu yüzden bu kadar güçsüzüz, işte bu yüzden kanatlarımız dokunduğunuz an parçalanıyor.

İşte bu yüzden sürekli yere doğru bakıyor ve anlamadığınız cümleler mırıldanıyoruz.

İşte bu yüzden hala ölürken özür diliyoruz.

Biz özür dilemeye devam edeceğiz, ta ki siz kafanızı kaldırıp gökyüzündeki çatlaklardan görünen suretinizi fark edene kadar. Eski aile resminizdeki şimdi çok uzaklarda olan akrabanızın kendiniz olduğunu anlayana kadar.

Ellerinizde hedefinden çok uzağa atılmış birer ok olduğumuza göre, işe saplandığımız ağacı parçalamakla başlamaktan başka bir çare görünmüyor zaten.

İşte bu yüzden yıllardır duyamayacağınız kadar derinden kazıyoruz...

...

Zaman zaman toprağın kaydığını mı hissediyorsunuz? Depremdir...

Engin abi , bir bakabilir misin ?




Engin Ardıç, arkasından belki de en çok küfür edilen köşe yazarımız. Neden böyle bir muameleye maruz kaldığını anlamak güç değil:

Son derece sivri, yer yer kazık kıvamında bir üslup,

Sivrilikte üslupla yarışabilecek, hatta boynuz misali kulağı rahatlıkla geçebilecek fikirler,

Ciddi, bizim gibi bir cehalet toplumunda rahatsızlık vermesi gayet doğal deruni bir entelektüel birikim. [Senin dedigin gibi entel demedim dikkat ettiysen Engin abi]

Ve belki de bunlarla birlikte düşünüldüğünde en çok göze batanı, son derece "liberal" bir kariyer. [Kendisinin beni okuyor olması maillerime cevap vermesinden bile düşük bir olasılık ama yine de yazalım, umarım bana bu tanımlama için küfür etmez]

Star'daki haber sonrası yorumlarını, Cem Uzan'la olan yakın münasebetlerini [ki bu münasebeti kendisinin Cem Uzan hakkında söyledikleri dikkatle okunarak incelenmelidir] insanlar artık bunlar hakkında nefes tüketmekten sıkıldıkları için bir kenara bırakacak olursak kendisinin avam ve entelijansiya ile en büyük problemi, şeytanın avukatlığını yapmaya bayılıyor olması sanırım.

İsrail'in Lübnan'a saldırısı konusunda yaptığı ve çok konuşulan yorumları, bu soruna biraz daha yakından bakabilmemiz icin rahatlıkla mercek görevi üstlenebiliyor. Engin Ardıç, söylediği herşey aşağı yukarı doğru olmasına rağmen , fazla indirgemeci düşünmek gibi bir probleme sahip. Renkli kültürel hayatının verdiği birikim, insanlara yukarıdan bakmasına yol açıyor gibi, böyle olunca da zaman zaman bizi ne yazık ki kör ve salak zannetmekte.

Engin abi, tamam ne güzel söylemişşin;

"bütün arap ülkeleri ve iran, israil devletinin varlığını ve yaşama hakkını tartışma konusu yapmaktan vazgeçmedikleri ve iyi niyetlerini de kanıtlamadıkları sürece bu savaş bitmez. islam köktendincileri cihattan vazgeçip uslanmadıkları sürece de bu savaş bitmez. yahudi köktendincileri arap çocuklarına insan gözüyle bakmadıkları sürece de bitmez. son haftalarda olup bitenler, kendi başına bir savaş değil, büyük bir savaşın içindeki muharebelerden, hem de küçük çarpışmalardan biridir yalnızca."

Peki sayılan bu kriterler, savaşın sürmesinin yegane nedenler mi acaba? Zaman zaman büyük resmi göremediğimiz için bize sürekli giydiren, kazık kadar lafları acımadan sokuveren Engin abi, İslam ülkelenin yukarıda saydığı tutumları takındıkları anda "İtham Ediyoruz!" diyen aydınların yapamadıkları şeyin gerçekleşip, milyonlarca insanın sokağa dökülerek savaşı sona erdirmeleri için ABD'ye ve İsrail'e baskı yapacağına mı inanıyor? Eşyanın doğasına aykırı şeylerin gerçekleşmesine [köktencilerin akıllıca hareket etmesi gibi] bağlanan çözüm önerileri mi geliyor sadece bu güzide münevverimizin elinden?

Yukarıdaki paragraf, kendi içinde dahi çelişkiler mi barındırıyor, yoksa ben mi uyduruyorum ?

Yapma Engin abi, senin potansiyelin bu değil. Oynama bizlerle.

Ben sana güveniyorum.

11 Ağustos 2006 Cuma

...

Evet;

Hatırladığım kadarıyla kendimi son bıraktığımda da boyle bir yerdeydim.

Mavi gokyuzu artık eskisi kadar umut vermiyordu, insanlar iyiler ve kotuler, suclular ve sucsuzlar, once gelenler ve sonra gelenler, silahi olanlar ve kazanlar, inanmislar ve inanmamislar gibi kompartmanlara etiketlerini benimseyerek sessizce yerlesmis, henuz perondan kalkip kalkmadigini bile bilmedikleri trendeki koltuklarini isitmakla mesgulduler.

Tool dagilmisŸ, israil hala var, Zaire bitkisel hayatini Demokratik Kongo Cumhuriyeti olarak surdurmekte, James Hetfield hala alkolik, Robespierre eskisi kadar olu, bu ve benzeri bir suru sacmalik hala gokyuzunde yerini koruyor.

Ben de hala buradayim.

Degisen sadece tek bir gercek var.

Ben. Eskiden, cok eskiden de yaziyordum; simdi de yaziyorum.

Bakalim, neler olacak hep beraber gorecegiz.

Hepiniz hosgeldiniz.