$2.99

25 Haziran 2007 Pazartesi

Elindeki gülü yere bıraktı, düşüşünü seyredip keyifsizce üzerine basarak geçti. Onu riyakarlıkla karışık bir saygıyla selamlayan cücenin yanında durdu;

- Bu kırmızı perdeler şart mıydı? dedi.

Cevap vermedi cüce, sadece tekrar selamladı adamı.

Topallayarak devam etti yürümeye, ve perdeleri aralayıp büyük salona girdi.

Boş koltuklara tek tek oturmuş seyirciler, mistik bir uyku içerisinde sahnedeki kadını izliyordu. Sigara dumanı herkesi yutmaya hazırlanan bir sis gibi salonun avizesine asılı kalmış, bacaklarıyla tutunduğu avizede sallanmakta olan maymunun kafasını biraz daha karıştırıyordu.

Kadınsa, şarkı söylüyordu. Çığlık çığlığa, söylediği her kelimede, gözlerindeki makyajı biraz daha akıtarak.

"Madem buraya geldim, bu kadar cesaretli davrandım korkaklığın tarihini yazdığım hayatımda; beni sona götürecek ilk adımı da atabilirim." diye düşündü, boş bulduğu ilk koltuktaki eski gazete kağıtlarını yere atarak oturdu. Ayağıyla yerdeki boş patlamış mısır kutularını koridora sürükleyip, bacaklarını uzattı.

Bağırarak şarkı söylüyordu çirkin kadın, sıkıcı hayatları hepsini tükürmeye hazırlanan bir canavar gibi salonun koltuklarına yapışmış, sarsıntılara rağmen trompetini düzgün çalmaya çalışan gözlüklü adamın üzerine siniyordu.

Bir sigara yaktı, ve izin verdi içinde biriken tüm kötülüğün dumanla birlikte maymunun ciğerlerine gitmesine.

Ve uykuya daldı, tıpkı diğerleri gibi.



* For Piano Magic's Halfway Through.
Ürkekce attı ilk adımını.

Herkesin gözü onun üzerindeyken, alnında biriken teri silip silmemek üzerine birkaç saniye düşündü; böyle durması mı daha kötü acaba, yoksa bunu silip farketmemiş olanlara bile terlediğini duyurmak mı.

Siktiret dedi kendi kendine, ve pantalonunu hafifçe düzelterek adımını attı dans pistine.

Karanlıkta, köhne bir düğün salonunun yıkıntıları içinde, dışarıda insanlar birbirini öldürürken; sarıldı ruhuna, dansetti.

Ağlayarak,

ve soğuktan titreyerek.




* For Piano Magic's Great Escapes.

24 Haziran 2007 Pazar

20 Haziran 2007 Çarşamba

Yağmur sırtına ve arabaların sıçrattığı çamurla zaten sırılsıklam olmuş bacaklarına sertçe çarparken, gözünü açtığında ilk düşündüğü ağzındaki sigarasının nereye düştüğü oldu.

"Böyle güzel, güneşli bir günde yağmur biraz saçma oldu." diye düşündü donuklaşmış gözbebeklerini kafasını kıpırdatmadan ayışığınını yansıdığı vitrinlere çevirirken. Bir an zihninde yanan acı verici ışıkla birlikte sigarasını araması gerektiğini hissetti, parçalanmış ciğerlerine dolan hava canını yakıyor, içindeki boşluğu önlenemez bir şekilde doldurma isteği uyandırıyordu.

Boynunu kıpırdatmadan belini hareket ettirmeye çalışarak kendini biraz sürükledi, yere sımsıkı yapıştırdığı kolları kasılıyor, henüz birkaç dakika önce zeytin dalları gibi kırılmış kemikleri yerine oturarak eskisinden daha sağlıklı şekilde birbirine yapışıyordu.

"Münasebetsiz bir sıcak demek yaz." derken hırıldadı, yaklaşık bir buçuk dakika önce kırılmış boynunu geriye doğru atıp içinde asfalt bulunmayan temiz havayı içine çekti, eliyle burnunun hemen yanında yerde çiğnenmiş yapraklar gibi yatmakta olan cam kırıklarını ileriye doğru ittirerek "Oysa ne güzel böyle bir günde bile yağmur yağıyo r olması." dedi, sesi şimdi daha iyi çıkıyordu.

Tekrar güçsüzce düşürdü kafasını, şimdi boynunu da hissedebiliyordu. Gözlerini kapattı, vücudunu iyice kastı ve yaklaşık iki dakika önce kullanılıp atılmış kibritler gibi şekilsiz duran bacaklarını düzeltti. Tekrar ayağa kalkabileceğini, koşabileceğini ve kendisini tekrar boşluğa bırakmasını sağlayacak herhangi bir adımı atabileceğini hissetmesi tarifsiz bir keyfin tüm vücuduna yayılmasını sağladı.

Ayağa kalkarken göğsünü yokladı, yaklaşık üç dakika önce çarpmanın etkisiyle otuz sekiz yıldır sürdürdükleri kusursuz çalışmanın çok uzağına savrulan ciğerlerinin havayla dolduğunda insanların hayat dedikleri tatlı nefesi tüm damarlarına gönderebildiğini düşündü gülümseyerek.

Kafasını kaldırıp, kendisini yedinci katından boşluğa bıraktığı binaya baktı, hala hafifçe sarsılmakta olan zihniyle girişin nerede olduğunu hatırlamaya çalışırken onu gördü.

Sigarası, düştüğü yerden iki adım ötede, baharın tüm hışmıyla yağmakta olan yağmurun ortasında yerde yanmaya devam ediyordu.

"Yine de" dedi, "Hayatımda güzel şeyler de oluyor, sigaram hala sönmemiş."

Eskisinden daha sağlam olan bacaklarını bükerek yere eğildi, hiç böylesine kuvvetli hissetmediği kollarıyla sigarasını aldı.

Hürmüz'ün küresinin içinde yayılan karanlık gibi ciğerlerinin tüm kalelerini sert saldırılarla ele geçirdi sigara,

Ve çektiği ilk nefesle öldü yaklaşık dört dakika önce binanın yedinci katından atlayan adam.
Bilmediğim şeyleri bildiğime dair doğduğumdan beri varlığını bildiğim böylesine saçma bir bilgiye sahip olmasaydım; dünyada bilmediğim ne kaldı diye düşünüp durmazdım.

Öyle mi acaba , bilemiyorum ki. Bilsem böyle mi olurdu hiç ?

Kim bilir ?
Kilometrelerce uzunluktaki bu taşlı berbat yolun neredeyse tamamını yürüdüm. Eğer kutsal kitaplar doğru olsaydı; şu an dünya çoktan havaya uçmuş olurdu.

Burası kendimi iyi hissetmemi sağlamıyor, bunu baştan söyleyeyim. Daha renkli bir yerde olmalıydım oysa; buradaysa saatlerdir hareket eden birşey gördüğümü hayal ederek yürüyorum.

İnsan aklı, bazı şeyleri sonuna kadar götüremiyor işte. Hem bilirsiniz; kaybeden bir eliniz varsa asla oyun kazanamazsınız.

Az önce yanımdan ters yöne doğru ilerleyen kadın da buna benzer birşey söyledi; beyaz teni ve suikastçi gözleriyle iyi giyinmesine rağmen tren bekleyen bir trafik levhasına benzemeye devam eden bana şöyle bir bakıp;

"Dünyadaki tüm küçük gerçekler tek bir büyük yalanın üzerinde oturur"

dedi.

Farklı bir şey mi söylemiş yani ?

Hiç sanmıyorum.

17 Haziran 2007 Pazar

Gece güne bir havuz dolusu ışığın içine dökülmüş çamur gibi karışıyor, yapış yapış sıcakla birlikte. Geceyi çekiyorum içime, doldurmuyor bir türlü ciğerlerimi. Kızgın tanrılar alınlarındaki teri bıkkınlıkla silerken, bizi serinletecek yağmur damlalarını bulutlardan düşmeden avuçlarına alıyorlar.

Işıl ışıl dünya, çatapatlar gibi gökyüzündeki yıldızlar. Öyle ya da böyle, herkesin üzerinde bir anıya sahip olduğu mavi gezegen, utanmazca dönüşünü sürdürüyor beş yıldır.

Yaz geldi yine, hissediyor musun ? Neler olurdu yaz gelince; düşünüyorum, hava ısınırdı, daha az yağmur yağar, ben daha çok terlerdim. Güneşli günlerde sokakta koşturmak daha eğlenceli gelirdi, ufak dünyamda maceralar aramak, odama kapanıp hiç gitmediğim yerlerin, hiç söylemediğim sözlerin hayalini kurmak.

Bir sürü meyve tezgahlarda görünürdü yaz gelince, hangileri olduğunu aklımda tutacak kadar dikkat etmedim hiç; çünkü yazın gelmesi demek seninle daha çok vakit geçirebileceğim anlamına gelmezdi hiç.

Yine olmazdın sen, yine çok çalışıyor olurdun. Hava bu kadar sıcakken üstelik, şehir naylon bir çorap gibi kafamıza geçmişken.

Ben neler yapardım yazları? Denize girerdim belki, yazlıkta değil işte olurdun sen. Pikniğe giderdim ailenin geri kalan kuru kalabalığıyla, çok şanslıysam akşamüstü uğrardın sen. Koltuğunun altında Cumhuriyet gazetesi, bulmaca sayfası üstte kalacak şekilde katlanmış, ve bulmacası çözülmüş. Bir gazetenin balkon masasının üzerinde durması ne kadar anlamlı olabilir ki bir insan için ?

Okurdum hevesle hepiniz yattıktan sonra, seninle eve girdiği için bir değeri olduğuna inanırdım. Tıpkı o yaz gecesi benim için alıp getirdiğin Örümcek Adam gibi, Çağlayan gibi bir yerde onu bulma olasılığının olmadığını şimdi anlıyorum; nereden almıştın onu ? Taksim'den mi yoksa, yoksa daha uzaktan mı ?

Benim istediğim değil, senin getirdiğindi önemli olan. Tıpkı haftasonu parasız kaldığımı öğrendiğinde ilk otobüse atlayıp bana getirdiğin para gibi. Havale yapmanın olanaksızlığı seni görmemi sağlamıştı evin kapısında, ve sana bir çay bile demleyememiştim; sonsuz beceriksizliğimle. Nasıl güldüğünü hatırlıyorum ben kahve yapmaya çalışır gibi çay yapmaya çalışırken.

Akşam olmadan gitmiştin, bir kaç saat oturup. Evdekilerin sana ihtiyacı olurdu belki.

Evdekilerin sana hala ihtiyacı var. Kendim için söylemiyorum, evdekilerin sana ihtiyacı var.

Yazdım ben yıllarca, elime geçen her kağıdın üzerine birşeyler karaladım mürekkeple, tahtalara sarılmış kömür parçalarıyla. Ve ruhumu büyükçe bir anlaşılmazlık maskesinin ardına gizledim, okunmadığından emin olan kötü yazarların içinde büyüyen haset gibi sertleşti zamanla, rengi koyulaştı. Bilmiyordum ki senin her yazdığımı okuduğunu, bilseydim öyle özensiz, öyle anlamsız yazar mıydım ? Altın çizgiler çekerek yazan kalemler bulur, Ayasofya'nın, Kız Kulesi'nin, Babil tapınağının üzerine yazardım sana layık olsun diye. Okuduğun her satırda öfke vardı, anlamsız bir hırs, yarışta çıplak ayaklarla koşamayıp geride kaldığı için malzemecisini suçlayan kötü bir atletin kıpkırmızı kızgınlığı vardı. Bilmiyordum ki okurken gülümsediğini, yıllar sonra öğrendim.

Sayfalara tükürdüğüm kapkara bulutlardan endişelenleri sakinleştirdiğini, yaptıklarımda sonuna kadar arkamda olduğunu yıllar sonra öğrendim. İnsan, yaptığı bir hareketin suya atılmış ufak bir taş gibi damla damla yayıldığını; büyüdüğünü farkedemiyor o an, hissedemiyor.

Gökyüzünden düşen ateş parçaları gibi geçti ortak hayatımız, seyrettiğimiz an güzelliğini farkedememiş olmanın verdiği vicdan azabını ancak yere düştüklerinde hissettiğim sarsıntıyla farkedebildim. Oyun oynardık mesela, kızardım ben beni her yendiğinde; günlerce, aylarca, yıllarca çalışıp ilk oynadığımızda sana yine yenilirdim bilseydim. Bilmiyordum ki benim her istediğimi başarabilecek güçte olduğuma inandığını.

Çok mutlu olmuştum ben, bana cilt kısmı bir bezle yapıştırılmış bir Rıfat Ilgaz kitabı getirdiğinde, aylarca elimden düşürmemiştim. Eski, sayfalarının bir kısmı yırtılmış ve yıpranmış bir kitaptı; ama bana verdiğin an hayatımda hiç o kadar güzel birşey görmediğimi düşünmüştüm. Daha sonra da gittik seninle sahaflara, incecik Lenin kitabını, ve Hitler Annen Seni Çağırıyor'u almamız o zaman rastlar. Çocuktum ben, ufacıktım, ve bana ısmarladığın böreğin çok pahalı olabileceğine dair ciddi kuşkularım vardı. Bilmiyordum ki, sen yanımda oldukça bunların sorun olmayacağını.

Devlet Parasız Yatılı Okulu sınavlarına hazırlanırken kursta bir Türkçe testinde otuz soruda yirmidokuz doğru yapmış, son soruyu da boş bırakmıştım hatırlarsan. Ardından bana tüm emeklerimizin boşa olduğunu, böyle hiçbir şey kazanamayacağımı söylemiştin. Oysa benim aklım haftasonları kursa gittiğimiz Galatasaray lisesi'nin sıralarının arasında bulduğum oyuncaklardaydı, seni o yüzden anlayamadım. İki tane plastik ninja kaplumbağa, neden bende de bunlardan yok ki diye düşündürmüştü beni tüm hafta sonu. Biliyorum, sen alırdın bana, ama ben hep garip bir çocuk oldum zaten. Bir sonraki gece, nasıl hissettin bilmiyorum, bana demirden bir uçak getirmiştin, bir kalemtraş.

Bir çocuk, bir kalemtraşın uçabileceğine inanır mı hiç ? Ben inandım, koştum elimde o uçakla.

Uçmadı.

O uçak uçsa, sen hala burada olurdun zaten.


Benim doğum günüm, ve senin ölüm günün, ikisi de yaklaşıyor. Yaz geliyor kısacası, hava sıcaklaştı iyice.

Hissediyor musun ? Evin balkonu bomboş, kıyamıyorum köşene oturmaya.


15 Haziran 2007 Cuma

Kurumsal

sıkıntı hapsetmiş kendini gri binaların içine,
kollarımıza tırnaklarını geçirerek içeride tutuyor bizi.

başımızı önümüze eğip, masalarımızın altında ağlıyoruz genç ruhlarımızın ellerimize bulaşan kanlarına bakıp.
gökyüzü siyaha dönüyor, kırmızıdan siyaha.

hayalleri yutup soluk renkli kartlar halinde tüküren ufak makinalar,
homurdanarak , ve titreyerek çalışıyorlar.
benlikler, hapsedilmiş boynun etrafından bağlanan parlak bir bez parçasının içine,

yularlarımız boynumuzda,

bizi ne-re-ye çekerlerse, o-ra-ya gidiyoruz.

gri bina bizi ne zaman isterse, o zaman alıyor.


sıkıntıyı hapsetmişiz gri binaların içine,
nefretle silkeliyoruz bizi tutan ellerini, bırakmıyor.

10 Haziran 2007 Pazar

Sakin gece, miskin pazar gününü kovaliyor gölgelerin arasından, bağırışlar ve köpek havlamaları içinde.

Uzağında da olsak, deniz kokusu genzimizde tekrar, tekrar aldığımız nefes ayışığının altında geleceğe doğru masmavi yolculuğuna çıkıyor.

ay gökyüzünde yine

yakamoz mora boyuyor dalgalı denizi,

hoşgelmiş ruhumun söylediği en güzel şarkı

neşeyle nefesime karıştığı, dudaklarımdan ahenkle gökyüzüne yükseldiği şehre.

Dream Theater - In the Presence of Enemies Pt.1

Yürü be !

"I saw a white light
Shining there before me
And walking to it
I waited for the end
A final vision
Promising salvation
A resurrection
For a fallen man

Do you still wait for your god?
And the symbol of your faith

I can free you from this hell and misery
You should never be ashamed my son
I can give you power beyond anything
Trust me you will be the chosen one

I was forgotten
A body scorned and broken
My soul rejected
Tainted by his blood

Beyond redemption
A sinner not worth saving
Forever taken
From the one I loved

Do I still wait for my god?
And the symbol of my faith

I can lead you down the path and back to life
All I ask is that you worship me
I can help you seek revenge and save yourself
Give you life for all eternity

Servants of the fallen
Fight to pave the way
For their savior's calling
On this wicked day

Through a veil of madness
With a vicious blade
One man rises up
Standing in their way

Redemption
Redemption for humanity..."

5 Haziran 2007 Salı

Masal.

"Sana bir masal anlatayım mı?" dedim,

"Olur" dedi gülümseyerek.

Ve gözlerine bakarak hayal ettiğim en güzel masalı, yaratılışına yardım ettiğim en görkemli fırtınayı anlattım ona.

Hayatımızı anlattım.

Hayatlarımızı, ve geleceğimizi.

Şu an dahil, ve şu andan sonrası; buradan sonsuzluğa.

Yanyana üç nokta. ...

Ve ileriye; ufka doğru;

.

.

.

Gülümsedi deniz kızı, parladı gülümsemesinden yansıyan ışıklarla mor pabuçları.

Kurudu gözlerinin sıcaklığından yastığa düşmüş tüm gözyaşları.

Sıkıca sarıldı ona melek,

ve

koparmadan,

bir yaprağa birlikte dokundular - hayatlarını kesiştiren dipsiz kuyunun başındaki ağaçtan.

yemyeşildi.

canlanmış, ve elele yürüdüğünüzde deniz kıyısında; yüzünüze vuran bahar rüzgarı gibi taze.