$2.99

17 Aralık 2006 Pazar

Binlerce Yüzün Fotoğrafı - Bölüm 1 - Harcanmış Hayat

Onu ilk gördüğümde, neden böyle olduğunu asla anlayamayacağımı düşünebilecek kadar toy ve tecrübesizmişim sanırım. Böyle düşünmekle kendime haksızlık ediyor olabilirim, ama bazen verilen kuvvetli bir nefes halinde dışarı attığım çözümsüzlük, o zamanlar pek de yanılmadığımı doğruluyor.

Gözleri içe dönükmüş gibi yuvalarında çok hareket etmeden duruyor, içeride gördükleriyse hayata karşı her geçen gün daha soğuk, iki yüzlü, kinci ve kelimeyi Nietzsche'nin ( ve tabii ki onun ihtiyar yarı tanrısı-şeytanı-lanetli çirkin kralı Arthur Shopenhauer'in ) pek sevdiği şekliyle kullanırsak insan yapıyor. Attığı her adımda sanki kağıttan bir kaplan olmadığını hissettirmek ister gibi gürültü çıkartarak yürüyor, gövdesini devirerek, dünya üzerinde bırakacağı tek anının toprağa ( ve yüksek binaların soğuk betonlarına ) uyguladığı bu ufak sismik kuvvet olduğunu biliyormuş gibi heybetli yürüyor. Eh, bu konuda cüssesinden yardım almıyor olduğunu kimse söyleyemez, ben yürürken kendimi en coşkulu olduğum anlarda kemanın üzerinde tutkuyla gezinen yay gibi hissederim, o ise kocaman bir davula monte edilmiş cross tokmağı olduğunu düşünüyor olmalı.

Ne yaparsa yapsın gidip geleceği yol; vuracağı nokta asla değişmeyecek olan bir tokmak. Oysa bir yay, tozlu tellerin üzerinde sonsuza kadar özgür yaşayabilir. Tabii ki, kafasında tüm gerçekliğin bu tellerden ibaret olduğuna dair bir soru işareti yoksa.

Çoğu zaman sıkıntılı ruh halini daha derine gömme çabalarından doğan bir sahte coşkuyu giyiyor üzerine. Tanrı biliyor ki, eğer uzun saçlara sahip olsaydı bahsettiğimiz coşku onu sürekli saçlarıyla oynamaya da ikna ederdi. Ne yazık ki bu zevkten sonsuza kadar mahrum kalacak gibi, saçları kafasına yapılmış koca bir şaka gibi dağınık püsküller halinde sallanıyor.

Frank Miller'in kuvvetli metaforundan yıldızlı bir fikir çalacak olursak; yanlış zamanda doğduğu kesin. İçgüdülerini ve vahşi dürüstlüğünü saklamak zorunda olmayan bir barbar savaşçı olarak Kimmerya'da büyük bir şöhrete sahip olabilirdi.

Daha önce bahsetmemiş miydim ki ? Evet, atlamak büyük bir hata olabilirdi. Son derece dürüst, tabii hayatın kendisini küçük rekabetçi alçaklıklara zorlamadığı anlarda. Petrolün paçalarımızda siyah kurumlu izlerini bıraktığı, yağmurun asla bir gökkuşağının üzerinden yağmadığı günümüzün kuleli dünyasında kimsenin bu alçaklıklardan kaçmak gibi bir niyeti olmadığını düşündüğümüzde; bu önemli bir eksiklik sayılmamalı.

Geriye dönüp baktığında ne görüyor bilmiyorum, belki kiminin kolu, kiminin bacağı kopmuş, yüzleri yanmış, saçları koparılmış bebeklerle dolu bir odada gezinmek gibi bir duyguya sahip oluyordur; belki de yüzünde yüzlerce parçaya ayrılan bir rüzgara rağmen yolundan hiç sapmadığı için memnun olan bir keşişin vakurluğunu hissediyordur.

Hayat garip, hiç karşılaşmasanız ömrünüzü sahip olduğu düşünce şeklini yoketmeye adayabileceğiniz bir insanı tam da gününüzün içine fırlatabiliyor.

Hiç yorum yok: