$2.99

11 Aralık 2006 Pazartesi

Takva ve Haşmet Babaoğlu - Nişantaşı Kafelerinden Cerrahpaşa Dergahlarına Yaşanan Sert bir Düşüşün Acı Etkileri

Haşmet Babaoğlu pek takip ettiğim bir köşe yazarı sayılmaz, yazıları bende bir tıkanma etkisi yapıyor. Kendimi önüne ve arkasına hiç boşluk bırakmadan iki araba parkedilmiş bir araç gibi çaresiz, sıkışmış ve gözlerimin önünde akan hayat trafiğinden soyutlanmış hissediyorum; insan böyle bir hissi yaşamaktan pek hoşlanmıyor.

Ama nedendir bilinmez bir huy oluştu, arada sırada Selahattin Duman'ı okumak ve Asaf Savaş Akat'ın neler yazdığına bakmak için Vatan gazetesini elime aldığımda, kendisinin köşesine de bakıyorum. Okumuyorum, şöyle bir göz gezdiriyorum ne yazmış acaba diye.

Bugün Takva hakkında bir yazı yazmış kendisi, özet olarak filmi pek beğenmediğini ve eleştiri hakkını ağırlıklı olarak olumsuzdan yana kullandığını görebiliyoruz. Bu yazısı yüzünden hiç sevmediğim bir pozisyona girerek, yazdıklarını parçalar halinde ele alıp kendimce cevap vermek istiyorum. Yazının orjinali burada; buyrun buradan okuyun ki Vatan Gazetesinin internet gelirlerinde azalmaya yol açmayayım.

[İtalikler adamın yazısı, diğerleri ise benim yorumlarım bu arada.]

"Dediler ki Takva, “sinemamızda bir devrim, bir milat”tır.

Dediler ki Takva, “manevi dünya ile kapitalizmin çatışmasının filmi”dir.

Dediler ki Takva, “çok tehlikeli ve provokasyona açık bir konuya özenli yaklaşımın en güzel örneğidir.”

Dediler ki senaryo, oyunculuk, dekor, ışık, hepsi harika...

Merak edilmez mi böyle bir film?

Hele Güven Kıraç ve Erkan Can gibi oyuncular varsa, koşa koşa gidilmez mi?

Gittim.

Oyunculuk etkileyiciydi gerçekten, dekor-mizansen-ışık güzeldi. Gerçekçilik için gösterilen özen gerçekten etkileyiciydi.

Ama ışıklar yanıp sinema salonundan çıkarken içim bomboştu...

Harcanan emeğe duyduğum saygıya rağmen film zihnimi kurcalamamış; kalbimi okşamamıştı.

Maddesi dolgundu ama sanki “ruh”u yoktu!

Neden peki?
"

Hmm, neden acaba ? Yazarımız gerçeklik için gösterilen özene de, ışık kullanımına da üstün beğenisinden bulaştırmasına rağmen, filmin içinde kim bilir hangi şeytan deliğine gizlenmiş ruhu neden bulamamış acaba ?

Devam ediyoruz.

"Takva filmindeki koyu dindar tiplemeleri bugüne kadar Türk sinemasında gözlemlediklerimize hiç benzemiyor. Propaganda amaçlı “horlama” veya “yüceltme” mantığıyla yaklaşılmamış filmin karakterlerine. Bu doğru.

Takva filmindeki dergâh görüntüleri, zikir sahneleri, ibadet ritüelleri daha önce filmlerimizde rastladığımızın tam tersine, derme çatmalıktan, yalan yanlışlıktan uzak. Doğru.

Ancak bütün bunlar Takva’nın bir “sinema devrimi” oluşuna mı yoksa bugüne kadar benzer konuları ele alan filmlerdeki “ayıp”lara mı işaret eder, onu sormalıyız kendimize...

Doğrusu, ikinci şıktır.
"

Yanlış, doğrusu ilk şıktır. Tabii böyle göreceli konularda iki paragrafın sonunda da patır patır doğru yazmak, kendi sözünü kanun bellemek sayılabilir mi bilinemez, ama yine de yazarımızın kendini fazlasıyla önemsemek gibi bir ruh hali içine girmeyecek kadar dingin olduğunu bildiğimizden, gerekçelerimizi sunabiliriz.

Başımıza ne geliyorsa, bu anlamsız zihniyet yüzünden geliyor aslına bakarsanız. Kötü olan ile iyi olanı birer kefeye koyup karşılaştırmak, kötü'nün kefesine bastırmak ya da iyinin kefesini yukarı çekmek demek değildir. Yazarımızın adalet kavramı konusunda ( özellikle adaletin hangi elden tesis edilmesi gerekliliği - ya da adaleti sağlamak için sadece para verip alanların okuduğu gazete köşelerinin mi, yoksa yoldan geçen herkesin olaya şahit olup rahatsız olacağı Kafeleri mi seçmenin kamusal alana, topluma daha saygılı bir davranış olacağı gibi. ) sıkıntıları olduğunu daha önceden biliyoruz, o yüzden kısa tutacağım. Pozitif ayrımcılık üzerine EkonomiTurk blogunda farklı bir düzlemde olmak üzere bir tartışma yaşamıştık, ilgilenen oraya bakabilir, ögretici geçtiği kesin.

Kötü olanı özgürce eleştirebilmek, iyi olana karşı daha yaban bir tutum takınmamızı gerektirmediği gibi, kötü'nün ortalıkta çok miktarda bulunması gerçek iyi'nin değerini de azaltmaz. Aksine, arttırdığı bile savunulabilir. Eğer Haşmet bey'in dediği gibi daha önce sinema bünyesinde bir çok ayıp barındırıyorsa, Takva'nın bunlardan uzak durmaya gösterdiği özen Türk Sineması için olan değerini yükseltmektedir. Siz ne kadar derin bir kuyudaysanız , sizi oradan çıkartmak için salınan ip de o kadar uzun olacaktır, unutmamak gerek.

Devam.

"Filmin amacı Muharrem’in günahla iç ve dış çatışmasını anlatırken bir yandan da o dünyanın atmosferini beyazperdeye taşımak...

Bir gün nedendir bilinmez, Muharrem üç kuruş para hesabını yapamıyor ve yine nedendir bilinmez, deliriveriyor.

Film delirme olayını bizim “zavallı Muharrem’in günahla tanışıp yenilmesi” olarak algılamamızı bekliyor.
"

Sinema tek bir hedefe atılan ok değildir, filmleri zengin bir brunch sofrasında elinize aldığınız örgü peyniri gibi böyle tel tel ayırıp da, film bize şunu anlatıyor, amacı şudur, şuradan da şunu anlamamızı bekliyor demek bu kadar kolay olmamalı. İlk paragrafta kolaylıkla ahkam kesebilen yazarımız, Muharrem'in delirmesinin nedenini bulamadığını itiraf ediyor. Bravo, dürüst olmak , anlamadığımız yerlerde anlamadım diyebilmek de bir erdemdir.

Yüzeysellikten sıyrılıp biraz derinlemesine bakıldığında, olayı çözebilmek için ( ki illa amacımız buysa, bana kalırsa bir sinema filmini çözmek gereksiz ve bir sonuca varamayacak bir eylemdir, aksini iddia edenler Mulholland Drive'a ya da Godard'ın herhangi bir filmine dalabilirler.) filmde kullanılan bilinçaltı sembollerine dikkat edilmesi gerektiğini farkediyoruz. Para çantası, kalem, Levent silueti, Kapalıçarşı, birarada değerlendirildiğinde bizi başladığımızdan çok çok farklı bir noktada bırakıyor. Filmin kendi gerçekliği içerisinde bakıldığında Muharrem'in delirdiğini söylemek bile bazı boşlukları kendimiz doldurduğumuz gerçeğine işaret ediyor, Tanrı Korkusu Muharrem'i bizim algılayamadığımız bir noktaya götürmüş olabileceği gibi, hayatı boyunca farketmeden peşinde koştuğu hedefini gerçekleştirmesini sağlamış da olabilir. Belki mesele sadece aslanın karşısında dikilmek değil, aslan ile bir bütün olabilmektir. Kim bilir?

Kim bilir bilemem ama, Haşmet Babaoğlu'nun bilmediği kesin. Tıpki benim gibi.

Devam.

"Film aynı zamanda Şeyh Efendi (Meray Ülgen) ve Rauf Efendi’nin (Güven Kıraç) yoksul olduğu için kirasını ödeyemeyen veya içki içen kiracılar konusundaki gevşek ve kayıtsız yaklaşımlarından da herhalde “maneviyatla kapitalizmin günahkâr uzlaşması” sonucunu çıkarmamızı bekliyor.

Olmuyor tabii. Olamıyor!

Üstelik filmin sonu paraşüt hızıyla gelince seyirci neye uğradığını şaşırıyor.

Tatsız bir “boşluk” duygusu gelip yapışıyor seyircinin yakasına...
"

Hmm, yine yukarıdaki hastalığa rastlıyoruz, acelecilik ve yetersiz sayılabilecek bilgimizden sonuca varabilme hevesi birleştiğinde, ortaya böyle fikirlerin çıkması normal sayılabilir.

Oluyor efendim oluyor, nasıl olduğuna dikkat etmek olmuyor diye çığırmaktan daha önemli. Paraşüt belki aşağıdan bakanlar için hızlı düşmekte olabilir ama, rahata ve güvene alışmış bedenlerimizi paraşütün içine, ve son derece yüksekte uçan bir uçağın dışına taşıyacak olursak , zamanın aslında o kadar da çabuk geçmemekte olduğunu farkederiz. Muharrem için, hiçbir şey paraşüt hızıyla gelişmiyor. Yukarıda topladığı verilerden sonuca varmak konusunda bir sincap kadar hevesli görünen yazarımız, sonun fazlasıyla hızlı geldiğinden şikayet etmiş. Herşey birer Guns'n Roses konseri değildir, karşılık alabilmek için emek sarfetmek gerekir. Tabii siz tüm emeğinizi parçaları birleştirmek yerine eksik verilerle yorum yapmaya harcarsanız, böyle gevrek gevrek konuşmaktan öteye gidemezsiniz.

Filmin kurgusu, benim izlediğim kadarıyla son derece başarılı. Muharrem'in rutin dışına kaymış hayatı, içiçe geçmiş iki çember gibi, bir taraftan hızlanırken içerideki sabit kalmaya; hatta geriye doğru dönmeye devam başlıyor. Hayatınızı varmak için harcadığınız bir noktaya yaklaştığınızı hissederken, hiç olmadığınız kadar zayıf olduğunuzu farketmeniz şaşırtıcı olmasa gerek. Kurgu sanatı bazen hızlanmayı, bazen de seyirciyi sıkacak kadar yavaşlamayı göze alarak riske atılmayı gerektirir, neticede burada Romantik Komedi izlemiyoruz.

Evet, sona yaklaşıyoruz, esas bombayı sonda patlatmış yazarımız:

"Neden olmuyor?

Hepsi bir yana, Muharrem derinlikli bir karakter değil. Çektiği sıkıntılar (dindar olsa da olmasa da) kendi halinde “obsesif kompülsif” bir kişinin çekeceği sıkıntılar.

Filmdeki dekor, kostüm derme çatma değil ama Muharrem’in erotik rüyaları ve bu rüyalar karşısındaki tavrı fena halde derme çatma! Rüyadaki kızın şeyhin kızı olmasındaki gizem ise (tabii varsa eğer) çözülmüyor.

Hele Muharrem’in iki bin dolarlık yanlış hesap yüzünden birdenbire bütün perdeyi yıkıp her şeyi viran eylemesini ciddiye almak imkânsız.
"

İlk olarak, Erkan Can bu role üç yıl hazırlandığını, Muharrem'i kafasında ikiye bölmüş olarak gittiği her yere yanında götürdüğünü söylüyor. Yukarıdaki satırlarda Babaoğlu'nun da övdüğü bu sanatçının rolünü sığ bulmak , en hafif anlamda anlayışsızlık sayılır. Erkan Can, bu filmdeki performansıyla bir kayayı canlandırsaydı, o yine filmin en derinlik sahibi karakteri olurdu; bu iki.

11 yaşından kırk yaşına kadar aynı Çuvalcı dükkanında çalışmış, sosyal hayata dergahı dışında son derece kapalı bir karakter bu halinden daha derin verilemez, ki tekrarlıyorum; bu haliyle de son yıllarda Türk sinemasında izlediğimiz karakterlerin hemen hemen hepsinden daha derin işlendiği su götürmez bir gerçek. Bu film bir fransız filmi olsaydı ve Erkan Can bunalımlı haller içerisinde düzenli olarak masturbasyon yapsaydı, kendisini derin bulacak mıydı Sayın Babaoğlu'na sormak gerek; bu da üç.

2000 dolar konusunda hiçbir şey demek istemiyorum, Haşmet bey o kısmı anlamamış. Bir defa daha izlemesinin faydası dokunabilir.

Ve son nokta;

"Akıl ve bilgi açısından bakarsak, iddia edildiğinin aksine, konusuna “içerden” bakan bir film değil, nezaketine ve özenine rağmen çok “dışardan” bir film Takva."

Oryantalist bir film değil Takva, zikir sahnelerinde de cemaat üyelerinin yer aldığı diyaloglarda da kamerayı tekkeyi ziyaret eden bir turistten çok, içimizde yaşayan ve toplum dinamiklerimiz konusunda bilgi sahibi bir kardeşimizin tuttuğunu hissedebiliyorum. İçeride-Dışarıda konusu tamamen kutuplaşmış düşüncelerin bir sonucudur, içeride ya da dışarıda olmak için birbirine tamamen kapalı iki dünyanın kesin sınırlarını kabullenmek gerekmektedir. Bir dergahta yer alan cep telefonu , ve Vakit gazetesi okunan bir dükkanda yer alan Atatürk portresi Haşmet bey'i bu sınırların geçirgenliği üzerine düşünmeye teşvik edememiş anladığım kadarıyla.

İçi dışı boşverin, biz arada bir yerde durup her yana özgürce baksak; olmuyor mu ? Dünya görüşünüz bunu kabullenemeyecek kadar sakatlandı mı Soğuk Savaş'ta ?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

You could easily be making money online in the undercover world of [URL=http://www.www.blackhatmoneymaker.com]blackhat seo[/URL], You are far from alone if you haven’t heard of it before. Blackhat marketing uses little-known or little-understood avenues to build an income online.

Adsız dedi ki...

[url=http://www.onlinecasinos.gd]online casino[/url], also known as usable casinos or Internet casinos, are online versions of conventional ("cobber and mortar") casinos. Online casinos enable gamblers to procure niche in and wager on casino games whilom the Internet.
Online casinos in compensation the most influence gig odds and payback percentages that are comparable to land-based casinos. Some online casinos exhort on higher payback percentages with a adopt set automobile games, and some remonstrate upon known payout discordance audits on their websites. Assuming that the online casino is using an fittingly programmed indefinitely region a itemize up generator, provide games like blackjack clothed an established column edge. The payout slice preferably of these games are established to the midst the rules of the game.
Multitudinous online casinos sublease or obtain their software from companies like Microgaming, Realtime Gaming, Playtech, Intercontinental Precipitate Technology and CryptoLogic Inc.