$2.99

16 Aralık 2006 Cumartesi

Freedomland - Vakit Kaybı.

Sakin, sessiz bir cuma akşamından ne beklersiniz ? Normal şartlarda yorucu sayılabilecek bir günü atlatmış, hayatından bir haftayı daha kullanılmış bir tuvalet kağıdı gibi buruşturup kenara atmış bir adam olarak, ben bu gece huzur aradım. Belki biraz eğlence, ama asla Enemy of the State gibi dur durak bilmeyen bir film tarzında değil. Dingin, evet; anahtar kelimem buydu, dingin bir akşam geçirmek; kahvemin tadına bakıp sigaramı içerken kafamı dağıtacak bir film izlemek istiyordum.

Ah, ben meğer belamı aramışım da haberim yokmuş. Gittim, bu Freedomland adlı filmi aldım. Etkileyici bir afiş, Samuel Jackson'un en iyi performansı diyor mesela. Julianne Moore'u da farkettiğimde artık geriye tek kalan parayı verip eve yollanmaktı; çok severim kendisini, pek severim.

Ama bu filmde öz annem bile oynamış olsaydı, ona olan sevgimin bile sarsılacağını düşünüyorum.

Arabasının çalındığını ve çocuğunun kaçırıldığını iddia eden zihinsel durumu pek parlak görünmeyen beyaz bir anne, tüm bunların bir zenci mahallesinde gerçekleştiğini iddia ettiği an, biz zaten göreceklerimize hazırızdır. "Lanet olsun Irkçılığa", "Nev Cörsiy Nev Cörsiy zencisiyle beyazıyla bir bütündür Nev Cörsiy" şeklinde sloganlar atmamız bekleniyor olmalı, altmetninin ne kadar boş olduğuna hiç bakılmadan filmde bol bol bu tarz sloganlar atılıyor çünkü. Hayır, bu gerilimi başta sorumluluk sahibi bir şekilde kurup , sağlam bir kurguyla ilerletebilseydi belki bir nebze güzel bir film izleme ihtimalim olurdu, ama bir eline siyah-beyaz çekişmesini ve siyahların bundaki ezikliğini, diğer eline de kuşku dolu bir kaçırılma olayını almış, ve ikisini ışık hızında birbiriyle çarpıştırmış bir yönetmenin eline düşmüşüz bir kere, ne kurgusu, ne sorumluluğu.

Bal gibi de Blaxploid bir film bu, aha şuraya yazıyorum. Bu kadar basit mi empati kurabilmek, ortada olduğu herkes tarafından kabul edildiği için iyi işlenme yolu açık bir soruna dikkat çekebilmek iki insanın sorumsuzluğuna indirilebilecek kadar yüzeysel mi ?

Ne anladık bu filmden, uzatmayalım da onu yazalım.

1. Samuel Jackson yaşlanmış.

2. Julianne Moore hatırladığımdan daha çirkin.

3. The Sopranos'un Carmela'si Edie Falco The Sopranos'da otomatiğe alarak değil, elindeki tek sermayeyi kullanarak oynuyormuş.

4. Samuel Jackson yaşlanmış.

"Ee, filmin anlatmaya çalıştığı şeye dair hiçbir şey anlayamayacak kadar öküz müsün?" diye soran olursa, çok kötü terslerim söyleyeyim.

Şu an tek aklıma gelen, Joe Roth'u omuzlarından sıkıca kavrayıp Al Pacino'nun The Heat'te bağırdığı gibi bağırmak;

"Don't Waste my Motherfuckin' Time!"

Hiç yorum yok: