Haşmet Babaoğlu'nun şuradan erişebileceğiniz hiçbir elle tutulacak yanı olmayan döşeme yazısına, favori köşe yazarım Engin Ardıç'tan çok ağır bir cevap gelmiş, linkin kaybolma ihtimaline karşı buraya alıyorum;
"Aşk çocuğu ve de yazarı Haşmet’i bilirsiniz, son zamanlarda fırtınalı ilişkileri ve kavgalarıyla gündeme gelmiş bir arkadaşımız... Hani şu “şarkıcının damadı” namıyla maruf kişi... Futboldan anlar sanırdık, meğerse Ortadoğu uzmanlığı da varmış.
Geçen gün bana bulaştı.
Yanlış duvara işedi.
Adını elbette vermediği başka birilerine beni de katmış, “seçilmiş cehaletimiz, baştan savmacılığımız ve yüzeyselliğimizle dudak uçuklattığımızı” söylüyor. (Seçilmiş cehalet ne demekse?)... En az altı yedi aydır Irak üzerine iki satır analiz okumamışız, bir dakika bile o konuda yoğunlaşmamışız. (“İçinde Tayyip Erdoğan, Süleyman Demirel, laiklik, irtica gibi unsurlar olmayan bir konuda ne yapacaklarını bilmeyenler ama salla başını al maaşını modelini sürdürenler” arasında ben de varmışım!)
Benden öğrendiği lafları bana satıyor, bu arada “mefhum-u muhalif” kullanma yöntemiyle kendisinin okuduğunu ve yoğunlaştığını belirtiyor yani.
O zaman sen beni aydınlat Haşmet... “Saddam’ın defteri çok önceden tarihten düşülmüştü, ölse ne olacak kalsa ne olacaktı” cümlem üzerine “diktatörün böyle bir idam yüzünden kahraman olarak yeniden dirilmesi ihtimalinin bölgedeki yangına nasıl olumsuz katkısı olabileceğini hiç umursamadığımı” yazmışsın, nasıl olabilir, anlat da öğrenelim.
Haşmet, ben burada lise kompozisyonu yazmak için bulunmuyorum. “Saddam’ın ölümü Irak halkını birleştirir” diyene de gülmem bile. Ama istersen ben de bir zevzeklik deneyeyim:
Şii-Sünni çatışmasını körükler... Daha çok kan dökülür... Irak iyice içinden çıkılmaz duruma gelir... (Vay be, ne yorum yaptım! Kimsenin aklına gelmemişti...)
Başka ne olur Haşmet, yaz da bilelim. Konunun diğer boyutlarını irdele. Bize Ortadoğu sorunlarını ve muhtemel gelişmeleri öğret. O laf kaleminden çıktı bir kere, kaçamazsın, uzun uzun anlatacaksın. Analiz yapacaksın.
Haşmet, sen de domuz gibi biliyorsun ki, Saddam maddam işin bahanesi... Geçen günkü “Nişantaşı serserileri” lafıma gıcık kaptın, uygun bir kulp takıp “geçirmek” için fırsat kolladın!
Yakıştı mı sana?... Yakıştı, yakıştı.
Fakat benim cahil (pardon, seçilmiş cahil), baştansavmacı (ayrı mı yazılıyor birleşik mi Haşmet?) ve yüzeysel bir adam olduğumu açık etmekle hiç iyi yapmadın: Şurada hem senin deyiminle “küçük bir gazetenin” yöneticilerine hem de okuyucularına kendimizi yutturuyor, yolumuzu buluyor, geçinip gidiyorduk yahu!
Cahilim, aklım ermiyor, sen bana Irak’ı öğret.
Uzun uzun yaz, bol bol okuyalım. Vaktim var: Zamanımı ağarmış kıllarımla karı kız peşinde koşmakla, orada burada maraza çıkarmakla ya da televizyonda kart geyiği yapmakla geçirmiyorum.
Benim hem Galatasaray hem de Boğaziçi Siyasal Bilimler diplomam var ama cahil kalmışım, sen de hangi okulları bitirdiğini, hangi yabancı dilleri bildiğini, Mezopotamya uzmanlığını ve de futbol kültürünü de hangi berber dükkânından edindiğini bir açıklayıver kamuoyuna... (Aşk uzmanlığını hangi yataklarda edindiğini sormuyorum, orasını biliyoruz.)
Sen bir zamanlar “Hülya Avşar’ın hayatının romanını” da yazdırmıştın birilerine, edebiyat kültürünün derinliğini ve genişliğini de biliyoruz da Irak bilirkişiliğini atlamışız.
Haşmet, beni tam yirmi yıldır tanırsın... Bilirsin ki ben, dişine göre bulup gözüne kestirdiğin ve dövmeye gidip dövemeden geldiğin gençlere de benzemem, “yayınlanmamak kaydıyla küfür ettiğin” genel müdürlere de...
Yani: Senden çok korkarım, bütün söylediklerimi geri alıyorum! Neme lazım, beni de dövmeye mövmeye gelirsin! Sen bilirsin, istersen beni de hırpala yıldızlı semalardaki haşin Haşmet, kır kemiklerimi ve de kulunçlarımı... Oh... Oh... Ortaya doğru... Hah, orası... Sakın durma, devam et!"
Böyle yazılar okumak genellikle hoş olmuyor, ama bunda farklı bir durum var. Köşe yazarı okumak ile sevdiğin köşe yazarını okumak arasında ufak bir fark oluyor bende; köşe yazarını bilgi ( ve genellikle perspektif ) edinmek için okurken, sevdiğim köşe yazarını keyif almak için okuyorum. Üslup, hikayeyi ele alış açısı içerikten daha etkili oluyor. Engin Ardıç'ın bu yazısı da, medyanın işlevi açısından pek doğru olmasa da, bana keyif verdiğini itiraf etmeliyim.
Belki de Haşmet'i en az onun kadar sevmediğim içindir. Duygularıyla yaşayan insanlarız biz, profesyonel olacağımızı da sanmam, yeri geldiği zaman belden aşağıya vuruyoruz işte. Bizim için yazı yazan insanların da, bizim yansımalarımızdan farklı varlıklar olacağını düşünmek biraz saflık olacaktır.
6 Ocak 2007 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder