$2.99

31 Mayıs 2007 Perşembe

Für Die Meister - Bram Stoker [2006]

“Yolu ne kadar uzatsam da , ne kadar bilmediğim ara sokaklara dalarak bir çıkmaza düşmeye çalışsam da farkındayım : en ters doğrultuda atılmış bir adım bile beni gideceğim yere biraz daha yaklaştırıyor.Sona doğru ya da başa doğru , sonda ya da baştayım ; bilemiyorum.

Yürürken kollarımı ne kadar sallarsam sallayayım faydası yok.Birazdan yanından geçeceğim şu direğe kafamı vursam defalarca belki dururum , ama ancak bir süreliğine.Beni ne aylar , ne yıllar , ne de ötenazi’nin adilliğine inanmış bir doktor kurtarabilir.Evet , böyle bir durumda en fazla ölürüm.

Eğer çözüm ölmek olsaydı direkler gibi barbarca tercihler yerine kendimi son teknoloji ile donatılmış şu jeeplerden birinin altına atardım.Medeniyetin tekerlekleri kauçuk bir juggernaut’mışcasına sırtıma çıkar , beni sonsuza kadar asfaltın metrelerce altındaki serinliğe gömerdi. Cansız bedenimin etrafına toplanan insanlar ise sonradan üzerinde bir kimlik bile bulunamayan bu gencin -onlara göre- kısacık hayatının böyle boktan bir şekilde son bulmasına üzülecekti.Hayat mücadelesi yorgunu cümleleri ve endüstrinin artıkları ile kirlenmiş acımaları ile...

Ölüm düşmek üzere olan bir kalede şerefle yaşanmışçasına görkemli olmayacaktı belki ama yine de ölecektim.Çözüm bu olsaydı ölürdüm de.Ama ölüm bir son değil , yalnızca değişimdir.Perde bir anlığına kalkar ama bu tekrar inmeyeceğine değil , tekrar ineceğine işarettir sadece. “

Öksürdü ve bir an için olsun düşüncelerinden sıyrıldı. Etrafında durmaksızın akan insan trafiğine aldırmadan öylece durdu. “Her geri geldiğinde kıçıma saplanan bir bıçak gibi acı veren 6. hissim ve tüm kehanetler bulmam gereken yerin burası olduğunu söylüyor.Hayatta böyle bir kararı bir kere verir insan; ama bu yapmama engel olmamalı.Şimdi...”


Sözünü bitirmeden arkadan sol omzuna aldığı şiddetli darbe kendi etrafında yarım tur kadar dönmesini sağladı.Yanından omuz atarak geçen adamla kısa bir göz teması yaşadıktan sonra büyük kararların zor durumlar içerisinde ve üzerinde uzun boylu düşünmeksizin alınması gerektiğine karar verdi ve kapısının önünde durduğu berber dükkanından içeri girdi.

Zihninde az önce bıyıklı bir adamdan aldığı darbenin ona gönderilmiş ilahi bir mesaj olup olmadığını tartarken ağzından belli belirsiz bir “hayırlı işler” çıktı. Böylece bir saniye önce unuttuğu durumunu (kim bilir kaçıncıya yeniden) fark etti.Girdiği dükkana şöylece bir baktı.

Duvarları boydan boya kaplayan aynaların sağladığı derinlik olmasa; insan boğabilecek kadar küçük olan bu dükkanda iki berber (bir usta , bir de kalfa) ve bir çırak büyük bir başarı örneği göstererek aynı anda iş görüyorlardı.İstanbul yazlarına özgü ıslak hava içeride sıra beklemekte olan insanların giysilerinin altlarından aynaların duvara bakan yüzlerine kadar en karanlık yerlere bile giriyor , her yerde kendinden bir parça bırakarak ucuz bir klima taklidi olarak kullanılan duvardaki pervaneden dışarıya çıkıyordu.

“Hoş geldin abi , buyur” dedi içlerinde yaşça en küçük görünen çırak.13’ünde ya var , ya yoktu.Kim bilir ne zaman saçlarını bu iğrenç modele sokmuş (eskilerin “Travolta saçı“ dedikleri bu olsa gerek) , buna rağmen bütün gününü berber dükkanlarında saç süpürmekle geçiren insanlara has bir özellikle iğrençliğin bir türlü farkına varamamıştı.Üzerindeki renkli gömleğin bilekleri ve yakası tozla karışık terden simsiyah olmuş , altındaki beyaz pantalonun kıç tarafı eskilikten parlamaya başlamıştı.Tam da bu çocuğun pantalonunun kıçını eskitebilecek kadar oturup oturmadığını düşünürken kalfa olabilecek yaşta görünen “Bir kaç kişi var sırada , biraz bekleyeceksin ama.” Dedi bıyık altından gülümseyerek.“Beklerim ; acelem yok.” Çırak bu alışılagelmiş cevabı duyar duymaz Selim’e şöyle bir baktı ve arkasını dönüp aynada saçlarını düzeltmeye başladı.Daha doğrusu uyandığından beri aralıklı olarak yaptığı bir işe devam etti.Selim ise konuşmaktan azat edilmiş olmanın verdiği mutluluk ile serbestçe dükkanı incelemeye devam etti.

“Demek burası” dedi kendi kendine , yanında gazete okuyan adam kafasını ona çevirince Selim de ona döndü ve bir süre bakıştılar.Selim adama gülümseyince o da gülümsedi ve “evet burası” dedi ; “Burası bu çevrenin en iyi erkek kuaförüdür.Size de öyle tarif etmiş olmalılar.” En iyi mi , ben iyi olduğundan bile emin değilim diye geçirdi aklından.

“Bana tam olarak böyle söylenmedi.Ama yine de kolayca buldum.” dedi ve bakışlarını adamdan kaçırdı.Kemal ise fazla konuşmak istemeyen bu garip yabancının üzerine çok düşmedi ; gazetesine döndü.Gazete okur gibi yaparken bu gün de patronundan para alamadığını karısına nasıl söyleyeceğini düşünüyordu.Eve gidip parasızlıktan üç başlı bir canavara dönüşmüş olan karısının yüzünü görmektense , az önce yanındaki adama “en iyi” diyerek yalan attığı bu lanet 3.sınıf berberde kalmayı tercih ettiğini düşündü bir an.Tam o sırada gazeteye kayan gözleri onu tuttuğu takımın yeni aldığı “Süper Yıldız”ın bilgisayarda forma giydirilmiş resmine götürdü , sakinleşti Kemal.Yakında başlayacak sezonun hayaline daldı.Uyudu Kemal ; bir kez daha yaklaşmışken dünyanın kapısını aralamaya , tekrar rüyalar alemine yuvarlandı.Hem de gözleri sonuna kadar açık bir halde...

“Bana tam olarak böyle söylenmedi.Ama yine de kolayca buldum.” Dedi ve bakışlarını adamdan kaçırdı Selim.Bir an ne zamandan beri sesli düşündüğünü bilmediğini fark etti.Yanında oturan adamın düşünceli düşünceli okuduğu şeyin “tarafsız” bir spor gazetesi olduğunu görünce gülümsedi.”İyi geceler” dedi belli belirsiz bir sesle ve dükkanı seyretmeye kaldığı yerden devam etti.

Açılalı en fazla bir ya da bir buçuk sene olmuşa benziyordu.“Usta” olmaya üçlü arasında en yakın olan delikanlının mağrur görünmeye çalışan eski elbiseleri ve gözlerinin altındaki morluklar , henüz bitmemiş borçların ve uykusuz gecelerin belirtisi olmalıydı.Üzerlerine binen yükle çökmüş omuzlar duvardaki ustalık belgesinin sahibinin kafasını taşımanın verdiği azim ile ayakta durabiliyordı.Ama sadece buradayken...Gece dükkanın kepenklerini çekip evi doğru yollandıktan sonra , üzerlerine bir de bomboş bir kafa taşımanın vicdan azabı yıkılınca , omuzların evde bulunacak biri tarafından iyice ovulması gerekiyordu. “Böyle hayat olmaz olsun!” dedi omuzlardan biri , yani en azından Selim öyle düşündü ve bu hoşuna gitti.Kendi kendine kurduğu bu eğlenceli hayal ile gülümserken “kalfa”nın onu çağırdığını fark etti.”Gelicek misin?” şeklinde bir davete “hemen geliyorum” diye cevap verdi ve zıplayarak yerinden kalkıp berber koltuğuna oturdu.

Ağzındaki kürdanı durmaksızın dudağının bir tarafından diğer tarafına geçirirken bir yandan da berberlere özgü hareketlerle biraz sonra bir sanat eseri haline getireceği saçları kurcalıyordu , “Nasıl olsun ?” diye sordu.Selim tam cevap verecekken talimat yan koltuktaki müşteriden geldi : “Abinin saçlarını yine her zamanki gibi kes.”
Beni hayatında görmemiş adam saçlarımın her zamanki modelini nereden bilecek diye düşündü Selim ve “Kısa” dedi. “Ele gelmeyecek kadar kısa olsun.” Berber gülümseyerek onayladı ve yandaki müşteriye göz kırparak Selim’in kafasını eğip saçlarını yıkamaya başladı.

Bir an için kafasını toparlamaya çalıştı Selim : buraya neden geldiğini,“orası”nın burası olduğu bilgisini tamamlayacak işaretin nerede olduğunu , bu adamların nasıl olup da onu tanıyormuşçasına konuştuklarını anlamaya çalıştı.Fakat sıcak su ve ucuz şampuan ile ovularak taciz edilen beyni sadece son soru işareti için bir cevap getirebildi : her gün yüzlerce kişinin kafasını okşayan berber , onu kolaylıkla bir başkası sanabilirdi.Kaldı ki buraya daha önce gelmiş olması imkansızdı.”Böyle adi ve pis bir yer ruhumun asilliği ile uyuşmuyor , yani herhalde öyledir.” dedi kendi kendine ağzına su kaçırmamaya çalışarak ; böylece ağzından sadece kimsenin anlamadığı kısık bir gurultu çıktı.Ellerin üzerinden çekildiğini hissetti,şimdi havlu hazırlanıyor olmalıydı.Bir-iki-üç ve kafası şimdi baam diye geriye yatırılacaktı.
Gözlerini ancak berber yüzünü kabaca sildikten sonra açabildi.Şimdi kendisini daha yakından görebiliyordu : Yorgun yüzü , zamandan etkilenmemişcesine genç görünüyordu.Saçları yer yer beyazlamaya başlamış , üstlerden de birazcık açılmıştı.Tekrar kaybetmek için çok yaşlı , bulmak içinse çok gencim diye düşündü.Tam o sırada aynada sol yanağında bir ben olduğunu gördü , berber havluyu asıp gelene kadar bugüne kadar neden fark etmedim acaba dedi ve eliyle yanağını ovuşturmaya başladı.Aynada görünen yerin üzerinden defalarca geçti , ama hiçbir şey bulamadı.Orda duruyordu işte , sol gözünün üç parmak altında.

Daha yakından bakmak için aynaya eğildi ve beni gördü.Ama benin sahibi başka birisiydi ve aynanın arkasından ona bakıyordu.

“Bana yardım edebilecek misin ?” dedi Selim’e fısıldayarak. “Eminim insanlar deli olduğumu düşünüyorlar,onlara gerçeği bir türlü gösteremiyorum.Lütfen yardım et bana.” Orta yaşlı , yüzüne dökülen siyah saçlarının arasındaki beyaz tellere rağmen gençliğindeki güzelliğinden çok şey kaybetmediği belliydi.Yorgun ve korkmuş gözlerini sıkı sıkı yumdu ve “Hisset!” diye hırladı. “Yine beni konuşuyorlar.” Selim şöyle bir etrafına baktı , dükkandaki hemen herkes ikili gruplar halinde birşeyler konuşuyordu.Tekrar aynadaki yüze döndü ve bulamadığı için üzgün olduğunu gösteren gözlerle baktı. “Ne olduğunu bilmeden yaptıkları şeylerden dolayı affet onları.”
Berber kendi kendine konuşan bu garip müşterisine aldırmadı ve üst taraflardan kesmeye başladı.Adamın bu sessizliğinde bir garipseme olduğunu fark eden Selim sustu ve sırtını koltuğa yasladı.Şimdi dışarıdan aynaya vuran ışık yüzünden arkadaki yüzü zar zor seçebiliyordu.Berber konuştuğunu fark etmesin diye sıktığı dişlerinin arasından “Anlat” dedi. “Seni niye aradığımı , niye burada olduğumu bilmeliyim.”
“Ben burada olduğum için.” dedi aynadaki yüz.İki elini aynanın yukarıdaki kısımlarına yapıştırmış , yüzünü de sanki arkadan birşey sıkıştırıyormuş gibi aynaya dayamıştı.“Ben ise buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum.İlk başta sadece hayal ettim.Herşey tıpkı ikimizin arasındakiler gibi bir hayal ile başladı...
Kuşatmanın son günüydü , kalenin kuzey burçlarından gelen korkunç çığlıklar ve savaş naraları “onların” önlerine gelen herkesi ezerek ilerlemeye devam ettiklerini gösteriyordu.Benim ise yüce çarlarımızın unutmayı bir aile geleneği haline getirdikleri bu sınır bölgesinde “onlarla” ilgili bildiğim şeyler sadece efsanelerdi : bu vahşi savaşçıların bölgesine giren hiç kimse bir daha geri dönemiyordu.Evet , erkekleri kazığa oturtuyor , boğuyor ; kadınları ise kendilerine ait hale getiriyorlardı.Hem de en iğrenç şark usüllerini kullanarak.Babam ve Annem bu rezil sonla karşılaşmamak için zehir içtiler gözlerimin önünde.Annem son damlayı içtiği an fosforlu yeşil bir ışıkla kaynayama başlayan gözlerini bana çevirdi ve “Nikol , peki Nikol ne olacak?” dedi.Çaresizlikle haykıran babam bana doğru döndü ve ağlayarak beni tutup duvara fırlattı.Ağlayarak doğrulmaya çalıştım ama gözlerimi kırmızı yapış yapış bir perde kapladı , öldüğümü ve rahiplerin anlattığı Aden Bahçelerine doğru yolculuğa çıktığımı düşündüm.


Başımdaki acı geçmeye başladığında dışarıdaki gürültünün tekrar yükseldiğini duydum.Cennetin kapılarından geri çevrilmiş olmalıydım.Gözlerime dolan kanları silip ayağa kalktığımda içinde bulunduğum durumun çaresizliğini fark ettim : Bu unutulmuş lanetli slav kalesinin komutanı ve onun sevgili eşi , beni ; biricik kızlarını öldürmeleri gerekeceğini unutup kendilerine yetecek kadar zehir alıp kapıyı kilitlemişlerdi.Bu hatayı kanı zehirle dolmaya başladığında fark eden zavallı babam eriyen kaslarındaki son güçle beni öldürmeye çalışmıştı.Ama ne yazık ki boynumu kırabilecek kadar hızlı fırlatamadı beni.Ve bir hamle daha yapabilmek için – çok keskindi zehir.Yerde bana doğru ellerini uzatmış gözleri açık yatışını bir an beynimde çakan ışık ile fark ettim ; o sahneyi mezarımda bile hatırlayacağım.Tabi eğer bir mezarım olursa...

İçinde bulunduğumuz oda , kuzey burçlarındaki kulenin çatı aralığıydı.Belli ki babam son anlarımızda bize hiçbir yoldan ulaşamamalarını istediği için burayı seçmişti ; eski mimarinin gizli erdemleriyle yapılmış taş duvarların soğukluğu ışık girmeyen odayı daha da karanlık hale getiriyordu.Ne kendimi atabileceğim bir pencere , ne de kırıp kalbime saplayayabileceğim bir tahta parçası vardı.“Onlar” kapıyı zorlamaya devam ediyorlardı , o günden beri ne zaman gözlerimi kapatsam attıkları çığlıklar kulaklarımda yankılanıyor.Sonsuz karanlık ve onu yırtabilecek tek bir ışık hüzmesine bile yaşama fırsatı vermeyen bir ümitsizlik...

Belki her düşündüğünde bunun için bana kızıyorsun , sana hak vermiyor değilim.Ama düşün , sen olsan ne yapardın ? Aç kurtlar üzerine üşüşmek üzereyken , ödenecek bedelin büyüklüğü kaç kişiyi bildiği tüm kaçış yollarını denemekten alıkoyabilir ki ?
Diz çöktüm ve yalvarmaya başladım.Yalvardım ve her sözümle asil olarak varolmuş ruhumu biraz daha alçalttım.Tanrı , Şeytan , Melek , İblis , Cin , Cadı ; beni içinde bulunduğum şu çıkışsız odadan çıkartabilecek tüm varlıklara yalvardım.Dışarıda çığlıklar atan vahşi , terli savaşçıların elinden beni kurtarabilecek olan her varlığa...

Elimde olan her şeyi tek tek sundum , hem de bir an bile tereddüt etmeden.Kendi ruhumu , geleceğimi , sevdiklerimin ruhlarını..Ve en son da seninkini...Hayatı boyunca onurlu yaşamış , tanrısı adına savaşmış bir kahraman olan sevgilimin ruhunu lanetledim ölümlü hayatımın son anlarında , ve birden bütün ses kesildi.
Çağrım cevap bulmuştu.

Kim ya da neyin yardımıyla bilmiyorum ama kurtulmuştum.O ana kadar yaşadığım herşey bir oyunmuş gibi geldi ilk anda.Kalkıp kapıyı açmak istedim.Aniden gelen bir destek tarafından kurtarılmış olmalıydım.Yürümeye çalıştım ve içinde bulunduğum mekansızlığı ilk kez o an fark ettim.Sanki içinde nefes alabildiğim bir çamurun içindeydim ; hareket etmek , bağırmak nafileydi.Oyun oynamak , ve kaybetmek insanlara özgü bir davranıştır...Ve dışarıdaki sesleri her ne kestiyse – benimle oyun oynamıyordu.
Nerede olduğumu hala bilmiyorum.Tek bildiğim şu an bana baktığın pencere açılana kadar karanlıkta kaldığım.Binlerce , belki milyonlarca yüz gördüm pencereden ama hiçbiri beni fark edemedi.Bu tarafı sadece senin gözlerin görebilecekti beynimin içindeki sancıların bana söylediğine göre , sen ise çok ama çok uzaktaydın.
Ama her gün biraz daha yaklaştığını hissettim.Ödediğim bedel buydu; sen beni bulana kadar seni bekleyecektim.Sen ise , sürekli unutup yeniden öğrenmekle lanetlendin.Ama şimdi özgür olabilirim , bunu sen yapabilirsin.Şmiel , her şey senin dudaklarının arasında.Birlikte tekrar edersek kurtulabiliriz...”


“Yani senin hayatın için ben lanetlendim.” dedi Selim aynaya bakmadan. “Sen sevgilim , ruhumun ikizisin.Demek ki bu yüzden her gece rüyalarımda seni görüyordum , hem de kim olduğunu bilmeden...”

“Evet Şmiel , şimdi artık biliyorsun.Beni kurtarırsan üzerimizdeki kötü olan her şey kalkacak.Tekrar eskisi gibi tek vücut olabiliriz.Haydi sevgilim , bu anı çok uzun zamandır bekliyorum.”

Düşündü Selim , berber dükkanı yavaş yavaş ortaçağdan kalma bir şatoya dönüştü.Dökülen kan geldi gözlerinin önüne , köylülerin ve savaşçıların kanı.Kanı emen toprak ilk mahsullerini vermeden düzenlenen evlilik töreni geldi gözlerinin önüne ; o ve aynadaki yüzün evliliği.Gelinlik içindeki o yüze baktı , baktı ve kale tekrar berber dükkanı haline geldi.Eğilmiş kendisine inceler gibi bakan kalfaya şöyle bir baktı ve tekrar aynaya döndü.

“Evet sen osun ; hayatım , yani hayatlarım boyunca aradığım o yüzün sahibisin.Şimdi seni buldum , ama sanırım sadece benim lanetim bitiyor.Çünkü senin dediğin gibi eski sevgilim , aradan geçen zaman boyunca sürekli unuttum ve öğrendim.Kim bilir kaç defa birden bire hiç tanımadığım bir yerde kim olduğumu bilmeden uyandım.Aklımda tek kalan yüzündü , bulmam gereken o masum yüz...

Ama ben o yüzü asla aşkla aramadım , eğer her şey anlattığın gibiyse aşk ilk lanet anında yok olmuş olmalı.Aslında benim aradığım arayışın kendisiydi.Şimdi buldum , lanetim sona erdi ; ama seninki yeni başlıyor olmalı.Çünkü arayış biterse , aranacak birşey kalmadığı için bitmelidir...”



Kemal tam 4-4-2 nin 3-5-2 ye olan ezici üstünlüğüne olan inancını kafasında pekiştirirken önündeki koltukta oturan garip adamın aynaya yumruk attığını gördü.Cam parçalarının saplandığı eli kanlar içinde kalan adamı öfkeyle kucaklayan dükkan sahipleri yaka paça dışarıya taşırlarken “Kim bilir neyle boğuşuyordu zavallı.Hayat gailesi işte...” dedi.Adam ise her tarafı kana bulayarak yumruğunu sallıyor ve kaybedecek kadar yaşlı olmadığını haykırıyordu...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

şizofren ruhum, bir adım gerimden takip ediyordu beni..çarptığımı farkedemedim korkularıma ışıksız kalmış odasında dünyanın. o ise bu anı fırsat bilip içime girdi hızlıca..yıllardır beklediği andı bu..titredim..onu içimden çekip çıkartmaya çalışırken kan içinde kalmış ellerim,farkedemedim..
..