Yazmayalım, yazmayalım diyoruz da olmuyor; zaman zaman öyle şeylere şahitlik yapıyoruz ki toplum olarak; sosyal seleksiyonun bizi hayatın tüm zorluklarına karşı nasıl şerbetlediğini az çok anlayabildiğimi hissediyorum.
Hıncal Uluç, bir yazı yazdı Mart'ın başlarında; gördüğüm gibi oha demiştim zaten; hakkında ileri geri konuşmak bugüne kısmetmiş.
Fütursuzca, Sabah gazetesinin Tüm hakları Saklıdır zırvasını zerre kadar takmayarak, köşe yazısının linkini veriyor ve yazıyı buraya alıyorum ;
"Ah Coşkun ah!..
BARDA filmini nihayet izledim.. Nejat İşler'in gerçekten birinci sınıf oyunu dışında kayda değer bir yanı olmayan kan revan filmi..
Gece yarısı bir barı basan bir maganda gurubu, kapıları kilitleyip orada eğlenen kızlı erkekli guruba işkence yapıyor ve tecavüz ediyorlar.. Sözüm ona, sosyal yaralara parmak basma, mesajlar verme gayretleri hiç inandırıcı olmayıp havada kalınca, geriye bir şiddet ve erotizm filmi kalıyor.. Şiddet kısmı.. Ehhh.. Bol domates salçası kullanarak her tarafı kırmızıya bulamak, belirli bir tiksinti yaratıyor izleyende..
Ama erotizmin "E"si yok.. Deyim yerinde ise, tesettürlü tecavüz..
Ya yönetmen tutucu, ya becerememiş.. Ya da oynayan hiçbirini tanımadığım kadın oyuncular şart koşmuş "Bizden bu kadar" diye..
Yönetmen de boyun eğmiş.. Yahu sevgili akrabam Tecavüzcü Coşkun'un bu ülkenin hem de süper starlarına saldırdığı sahneler, çok daha cesur, çok daha inandırıcıydı.
Barda, son yıllarda moda şiddet ve gerilim sinemasına kötü bir özenti.."
Şimdi, nereden başlayacağımı şaşırıyorum ama ben böyle olunca. Tamam, Barda hakkında söylenmesi gereken çok şey var belki ama, Hıncal Uluç'un yaptığı gibi en gereksizlerden bahsederek kısacık bir yazı üfürmek yılların getirdiği tecrübenin sağladığı bir özellik olmalı.
Şiddet, sinemada irrite edici bir özellik olarak uzunca süredir kullanılmakta, Amerikan Sinemasının propaganda filmlerini saymazsak Kubrick, Coppola, Scorsese gibi önemli yönetmenler toplum ve insan üzerindeki şiddet eğilimi hakkında çok şey söylüyor, bu kapsama Fransız sinemasının belirli bir dönemini de dahil edebiliriz, Gaspar Noe'nun diriltmeye; Haneke'nin ise ırzına geçmeye çalıştığı dönemini. Sinemayı bir kenara bırakın, Dostoyevski bile sıkça bahseder şiddetten; Sartre, Kafka, şiddet insanlığın merkezinde olduğu için edebiyatın da merkezindedir. Nasıl aktarılması gerektiği muhakkak tartışılabilir, hatta aktarılma zorunluluğu olup olmadığı bile yukarıda saydığım isimlere saygısızlık yapma riski göze alınarak tartışılabilir.
Ama; "Ressam domates salçası kullandığı eserinde şiddeti anlatmış" demek; kaba tabirle lütfen gelip beni lafla tokatlayınız demektir. Allah allah, salça demek, neyle anlatsaydı ? Bir yönetmenin tarzı, tutumu, konusunu ele alış ve kendi borusunu öttürüş tarzı; böyle mi eleştirilir? Yönetmen ne demek ?
Neyse, bunu da geçtik; yazının biraz daha altında kocaman bir garabet örneği yatıyor zaten; onun üzerinden atlamamız insan zihninin kısa bacaklarıyla mümkün görünmüyor. Tecavüz sahnesi erotik değilmiş, bak sen; "Irreversible"daki sahne erotik miydi acaba Hıncal bey'e göre ? Tecavüzün kendisinde nasıl bir şehvet güdüsü oluşturduğunu her gün çiçekten böcekten; ottan boktan bahsettiği okuyucularına açıklayabilir mi acaba ?
Hem bakın, hemşehrisi Coşkun daha iyi, daha estetik, daha cesur, daha inandırıcı tecavüz ediyormuş. Bu yazıyı okuduktan sonra tek bir şeyden emin oldum ben; Hıncal bey o sahnede kendisi olsa daha gerçekçi oynarmış.
Yazık bize, Türk sinemasının erotik tecavüz sahneleri çekemiyor olmasının bir eksiklik olarak görüleceği; daha da kötüsü, Tecavüzcü Coşkun'un el altından göreve çağırılacağı günleri de görecekmişiz demek.
Tekrar oha diyorum; ya saklamayı öğrenin şu çirkin ruhlarınızı; ya da tükürmeyin gazete sayfalarının üzerine kardeşim.
24 Mart 2007 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder