Tepeye vardığında, rüzgar yüzünü buzdan bir zımpara gibi törpüleyerek tokatlıyordu. Kilitleri açtıktan sonra, karanlıkta yürüyüp görmesi gereken herşeyi gördükten sonra bunun o kadar da zor olmayacağını hissetmişti zaten; ama yüzünde kar tanesi gibi eşsiz bir gülümseme olacağını tahmin edememişti. Bunun düşündü, ve gülümsemesi biraz daha büyüdü.
Kısık gözleriyle etrafta uçuşan yaprakları gözbebeklerinin içinde ayıklayarak ağacın haşmetli gövdesine baktı. Üzerine inen yıldırımlar, dallarını karşı konulmaz bir güçle sarsıyor; uçlarda kalmış sarı yaprakları aniden kıpkırmızı yalazlara dönüştürüyordu. Ağacın zirvesinin bittiği yerde, şimşeklerin arasında iyice ufalmış olan ayı gördü. Yüzünde, tam gülümsemesinin üzerinde hissettiği ışık için minnettarlıkla doldu içi.
Burada, bu karanlık ağacın dibinde otururken ruhundaki deliklerden sızan parıltılarla görmüştü ilk defa deniz kızını; her zaman olduğu gibi titreyerek hatırladı bu anı. Büyük ve uçsuz bucaksız bir akvaryuma benzeyen dünyada, yanyana gelme olasılıkları ne kağıt üzerinde, ne de zihinde hayal edilemeyecek kadar düşük olan iki ruhun; bu ağacın altında birleştiklerini hatırladı, içgüdüyle karışık bir hisle kuvvetlice bir kez çırptı kanatlarını. Belki bir refleksti yaptığı; boynunu çevirip ardına baktığında kanatlarından rüzgara karışıp uçan toz zerreleri olmadığını gördü. Tekrar gülümsedi.
Rüzgar tüm bedenini törpülemeye devam ederken, başını geriye doğru atıp kanatlarını sonsuzluğa açmaya başladı. Üzerine bastıran karanlık rüzgarla karışarak etrafını sarıyor; bedeninin arkasına, kanatlarının arasına geçmeye çalışıyordu. "Artık bu dünyanın imgelerine ihtiyacım yok." dedi kendi kendine, "Artık dünya zamanıyla yüzyıllar sürebilen fırtınalardan korkmam için bir sebep yok."
Fırtınaya göre yıllar, neverland zamanına göreyse saniyeler içinde tekrar açtı gözlerini, ama içinde büyüyen bir korku olduğu ve bunu savuşturmak istediği için değil; yelkenlerini arkalarından esen rüzgarın şişirdiği gemilerini ağaçlı tepenin ardındaki bulutlara çekebilmek için. Vücudu gerilirken ruhu bedenine sığmıyor oldu, başını çevirip tekrar geriye döndü; bu sefer toz zerrelerinin olmadığından emin olmak için değil, tüm gücüyle gemilerini iten deniz kızının gülümsemesini görebilmek için baktı arkasına. Birbirlerine gülümsediler, melek rüzgarın ve deniz kızının ittiği gemiyi tepenin diğer tarafına çekerken, ağacın üzerinden suyun üzerinde kayan bir taş gibi geçti gemi.
Fırtına geride kalmıştı. Onları birbiriyle buluşturan ağaç, tepede tekrar dingin bir gecenin ortasında huzur içinde dimdik dururken; gemilerinde birbirlerine sarılmış bir melek ve bir deniz kızı; bulutların üzerinde ülkelerine doğru yola çıkmışlardı bile.
27 Mart 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder