$2.99

5 Mart 2007 Pazartesi

Gece, ayın karanlık yüzüyle aynı ölçeğe sahip simsiyah bir harita gibi üzerimizi kaplayıp ruhlarımıza yakışan elbiseleri giydirirken, etrafımdaki yüzlerde karanlık bir heves, bir dışavurum sezdim. Endişeli ve yorgun bakışlar, karanlıkla birlikte kötücül gülümsemelerle yer değiştirdi. Sigara pakedine giden elim, eski yunan gravürlerinden fırlamış gibi bembeyaz görünen bir meleğin sevgi dolu dokunuşuyla düştü. Etrafıma baktım, sis inmediği için bana ve kurtlara göre henüz tamamlanmamış olan gecenin ortasında; kim bilir nereden gelmiş onlarca bezgin insanla çoktan yıkılmış bir tapınağın sunağını andıran merdivenlerde otobüs bekliyordum.

Yerimi alıp her zamanki koltuğuma yerleştiğimde, bakış açım daha da daralmıştı; otobüsün dar ve saçma bir şekilde metalik kaplamalarla döşeli koridoru, insanların neden çıkmakta hevesli olduklarını bir türlü anlayamadığım bir merdiven, kirli camlar ve benimkiyle doksan derecelik bir açı oluşturan boş koltuk.

Otobüs yolculukları eğlenceli değildir, bu konuda ilk otobüslerin üretilmesinden bugüne değişen bir nokta olduğunu sanmam. Asıl olanın varacağı yer değil , yolculuğun kendisi olduğunun farkına varan - ya da varmak isteyen - çok az insan var dünyada, yüzler hep düşmüş, sıkılgan, anlamsız. Gözleriyle gözleriniz arasında ışıktan bir köprü kurabilmeye cesareti olan, ve daha da önemlisi bunu seven bir insanı bıraktıktan sonra, başınıza gelebilecek en kötü şey kısacası; bir anlamdan, sıfır anlamsızlığa sürüklenmek.

Otobüs yolculukları eğlenceli değilse bile, zorunludur. Arkanıza yaslanır, etrafınızdakilere şizoid bakışlar atmaktan kaçınır ve sabredersiniz. Işığı geçirebilecek kadar temiz camlar; böyle durumlarda hayat kurtarabiliyor.

Önümdeki boş koltuğa bir kadın oturdu, ve bugüne kadar hiçbir koltuğun böylesine bir ağırlığı taşıyabileceğini düşünmemiştim. Dikkatimi çeken ilk şey, ayakkabılarıydı. Benim eski, daima kirli ve - ömrünün son döneminde - bağcık yerleri yırtık spor ayakkabılarımın aynısını giyiyordu. Daha eskisini, daha temizini, ve daha az yırtık olanını tabi. Başında eski bir başörtü, üzerinde dirsek yerleri bembeyaz bir deri ceket vardı, ceketin sırtındaki beyaz sıyrıklar bana hep hızlı, dikkat etmeden yürüdüğünü düşündürdü. Aceleyle, sanki hep yetişmesi gereken bir yer olmuş; ve asla yetişememiş gibi. Ancak daima geç kalan insanlar böyle düşük omuzlara sahip olurlar.

Yüzü, her geç kalışında bir kırbaç yemiş gibi çizgi çizgiydi, oturduğu andan itibaren inene kadar bana doğru bir an bile dönmedi. Gözleri yoldaydı hep, karanlık bir bulut gibi belirsiz olan ufuğu izledi. Otobüs büyük bir hızla İstanbul'un tepelerini, caddelerini aşarken içi içine sığmadan oturdu yerinde. Sabırsızlığı nefesimi daraltıyor, bugüne kadar tüm ömrünü hayatının her gününe asla yaşayamayacağı hayallerı sığdırmaya çalışarak geçirdiği fikri mideme tarifsiz ağrılar saplıyordu.

Nereye gidiyordu ? Kime ?

Ben şarkı değiştirirken kalktı yerinden, sanırım Fındıkzade'deydik, Duracak düğmesine basmadan önce birkaç saniye düşünüp belli belirsiz gülümsedi; sonra tekrar oturdu. Yavaşça verdim ciğerlerimde biriken nefesi, inecek diye çok korkmuştum. İtiraf etmeliyim ki, yol boyunca parıldayan bir melek yaralı kanatlarıyla bana dağlar, denizler, köprüler ötesinden dokunmasaydı kesinlikle ondan önce inerdim. Cevabı kendi ellerimle reddetmek, her zaman icin cevapsızlıktan daha az acı verir insana. En azından bana öyle oluyordu.

Hızlı gidiyorduk, ben oturduğum koltukta güvende olsam bile otobüsün dışında yanımızda koşmakta olan ruhum defalarca ezilme tehlikesi geçirdi, eski binalara, genelevlere, hastanelere, tapınaklara çarpmaktan bakışlarımı son anda yere indirmemle kurtuldu. Silik yüzler gördüm dışarıda, kendinden emin, kusursuz ve asla varolmayan insanların suretlerinin sindiği billboardlar, sanki sakız çiğneyip kocaman balonlar yapmak Che Guevara tisörtleri giymek gibi bir kimlik etiketiymişcesine kendinerini sakız çiğneyip kocaman balonlar yapmak zorunda hisseden fahişeler, otobüsü kaçırıp ardından da Don Kişot'un yeldeğirmenlerine saldırması gibi öfkeyle küfür eden sakallı adamlar. Hepsi de bezgin, hepsi de içine girdikleri ormanda kaybolmuş; yere attıkları son ekmek kırıntıları çoktan leş kargaları tarafından yenmiş bir sürü ruh.

Tekrar derin bir nefes alıp kafamı kadına doğru çevirdim, hala yerinde kıpırdanmaya devam ediyordu. Askerdeki oğlunu getiren gemi limana yanaşıyormuş gibi, kocasını Almanya'dan getiren tren perona girmiş gibi, yeni doğmuş torununu ona getiren hemşirenin ayak sesleri koridorda yankılanmaya başlamış gibi ürkek ve heyecanlıydı. Omuzları nefes alıp verdikçe inip kalkıyor, ama daima çökük kalıyordu. Ruhumu tekrar otobüsün içine çekebilecek kadar derin nefes alabilseydim, belki o yükün altına girip, elektrik verilmişcesine sıkılı olan dişlerimin arasından ona "Kaç buradan!" diye fısıldayabilirdim.

Yapmadım. Yerimden ona çarpmamaya dikkat ederek kalktım, düğmeye bastım ve paltomun düğmelerini iliklemeye başladım. Otobüs durağa yaklaştıkça melekler binaların etrafında dönerek alçalıyordu, çan seslerini duyabiliyordum, seferden tırnaklarındaki çamuru temizlemeden dönmüş yorgun bir asker gibi savsakça kapıya yanaştım.

Kapılar açıldı, ve kadın benden önce fırladı aşağıya. İndiğim sıra önümde durup etrafına baktı, ve durağın yanında bekleyen polis arabasına doğru koştu. Arabanın camına sertçe vurup, camı açmalarını istediğini gördüm, merdivenleri çıkarken elim sigara pakedime gitti.

Meleğim bana gülümsüyordu. Gülümsedim, bir sigara yaktım.

Sis inmeye başlamıştı. Belki de ben sigara dumanını biraz abartmışımdır, tam olarak bilemiyorum.

1 yorum:

missechoes dedi ki...

gecenin sisi-ya da dumani-tum karanligi icine cekerek damarlarinda ilerlemeye calisirken "dur" dedi melek..
"damarlarinda olmasini istedigi sen degilsin..cigerlerine yaralarini saran meleginin nefesinden baska bir nefes girmesini istemedigi gozlerinden-isil isil bakan gozlerinden-okunuyor oysa. buna nasil cesaret edersin?"
..
yarali kanatlarini cirparak sardi melegini..
bir melek bir melegi sakladi, cezasi yilda bir kere kaybolmak olan ay gecenin karanliginda yitikken..
bir melek bir melegin elini tutup, umursamadan gardiyanlara, onu ayisigina cekti..
ve dokunduklar gokyuzune..elleri kenetli..
..
.
ve kadin kaciyordu kimsesizliginden..delirmis dusuncelerin ayak seslerinden..siginacak tek yeri bir polis arabasıydı..
kadin..korkuyordu..
korkmasi gereken dunya iken..
.