$2.99

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Gözlerimdeki ışığı yaratan güneş karşımdaki ufukta gittikçe yükselir ve yaklaşırken,

elimdeki sıcaklığın verdiği güvenle başım dik; yürüyorum.

hoş bir koku var ağaçların arasında, rüzgarla birlikte genzimden damarlarıma akıyor,

ufuğum, masalım, rüyam; hayatım, gerçeğim, günüm ve gecem oluyor.

dünyanın en mutlu adamıyım.

hissediyorum.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

"gözlerinin içinden bana bakıyor çocukluğum,
ellerini dizlerinin üzerinde bitiştirmiş, herşeyden habersiz ama mağrur,
düşlerden kaçan karanlık, kaçacak yer ararken gözlerinin beyazında,
korksa da gülümsüyor ürkek ürkek,
"ben dağıtırım onları, ruhun içimde" diyerek göz kırpıyor.
elleri dizlerinin üzerine, bacakları bitişik."

1 Mayıs 2008 Perşembe

Korkma sen.

Ben, her gece saklarım bıçakları kendilerinin bile bilmedikleri yerlere,

öyle ki kainatın üzerinde gürgenden dallarını uzatıp dört bir yana çığlık çığlığa sessizlik emreden çukursuz göz bile bilemez nerede olduklarını. O ki, günahların kokusunu alır bulunduğu serin gölgelikten de -

- kıpırdayıp da bakmaya zahmet bile etmez bıraktığı dünyanın neyin içerisinde çürüdüğüne -

Her gece baksam da yatağın altına, kimse var mı diye;

korkmam,

hem istersen tüm ışıklar da sönmez.

Sen sakın korkma.

Bıçaklar kilit altında, bense sana sıkıca sarılıyorum.

Nefret çok uzakta, sıcak ve boş bir sokağın en yalnız çocuğu artık.

Hayat çok güzel bak; güneş hep var ama asla en tepede değil.

13 Nisan 2008 Pazar

ada

Upuzun uzanan sırtının bittiği noktada denizin başladığı yokuşlar vardı,
evlerinin kapılarını küstürmüş faytoncular yıllar yıllar önce;
nal seslerini kapıyı çalan şen bir komşu zannetmekten bıkmışlar,
ve soğumuşlar boşa açılıp durmaktan.

oysa
kapının da hakkı var yaptığı işle bir anlam taşımaya

ama
ne zaman sözü
kışları kafalarına poşet geçirilerek yalnız bırakılan bahçe lambaları alıyor
işte o zaman susuyor kapılar
göğüslerine bastırıyorlar acılarını.

zaten büyükadada kimse kimseyi dinlemiyor, herkesin zihni yokuş yukarı koşturan nefes nefese kalmış atlar gibi meşgul.
kimi ritüelini tamamlayarak haftaiçi takacağı yuları meşru hale getirmeye çalışıyor,
kimi de kaybettiği gençliğini arıyor kimsenin nereye çıktığını bilmediği sokaklarda.

huzurlu yermiş, ara sıra uğramak gerek
özellikle de kışları
elinize bir şişe şarap alıp da
sahibinin ancak yazdan yaza uğradığı bir köşkün bahçesine atarsınız kendinizi hissetirmeden faytonculara
-çünkü teşkilat-ı mahsusa ölmedi, içlerinde yaşıyor-
sırtınızı verirsiniz yalnız bir direğe,
deniz üzerinde çakan şimşekleri izleyip şarabınızın yeterince sert olmasını umarsınız,
hele bir de direğin tepesindeki poşedi birazcık aralarsanız

işte o zaman yalnız kalmaktan kurtulur büyükada, sarılır size; denizi izlersiniz. Zaten çok korkuyor; bir gün istanbul gider de denizin ortasında tek başına kalıverir diye.
hayat odanızda önemini yıllar yılı kimseyle paylaşmamış bir çekmece gibi, zaman zaman içine dalmaktan, kurcalamaktan keyif aldığınız bir çekmece.

belki de en önemli özelliği, sürekli olarak ondan bir şeyler istiyor oluşumuz olmalı. istisnasız hepimiz, her gün, hayattan yeni mutluluklar istiyoruz.

kimi şanslı insan da, yakaladığı mutluluğun devamı için kaldırıyor bakışlarını gökyüzüne.



Bu kadın Ayça. Benim hayatımı kökünden değiştiren kadın, beni kolumdan sıkıca tutup, hep yanımda olacağını hissettirerek hayatın içerisine atan, benimle birlikte oraya gelmekten asla çekinmeyen kadın. Gördüğüm en cesur kadın.

Beklentiler sonbaharın gelmesiyle rahat yerlerini terkedip yere düşen yapraklar gibi tek bir noktada toplandı, yanyana gelince yüksekten seyrine doyum olmayan bir manzara oluşturdular.

Yaşadığınız saçma hayatların dışında bir yerde bu ağaç, ve altına toplanmış yaprakların yazdığı yazıyı sadece kalbini hayatında en az bir defa kullanmış olanlar görebiliyor.

Hayatımın tek bir amacı, gönlümün, ruhumun tek bir isteği var. Sonsuza dek Ayça ile kalmak, aynı evde, aynı havayı soluyarak yaşamak.

Bunca yıldır içinde olduğum hayat bana çok farklı şeyler öğretiyor, çekmecemde hiç kullanmadığım bir sürü şey buldum.

Ve şimdi, o çekmecenin içindeki her bir değerli parçayı çıkarıp, evimizin köşelerine tek tek yerleştirmek istiyorum. Duvarlara astığımız melekler gülümserken onlara, yaşamımızı süsleyecek olan tüm ayrıntılar bize sevgiyle bağlı kalsın, evimizden hiç çıkmayıp bizi korusunlar istiyorum.

Ben, Ayça ile evlenip, hep onunla kalmak, sonsuza dek mutlu olması için elimden gelen herşeyi yapmak istiyorum.

Kimi insan çok şey ister hayattan, hepsi de olur.

Ben herkesten daha şanslıyım, benimki de olacak.

17 Mart 2008 Pazartesi

Ayçam



Yıllar yıllar önce, bir yıldız kaymış gökyüzünden.
altın sarısı, menekşe moru ve bulut sıcaklığındaki beyaz tozlarını gerisinde uçuşur halde bırakarak.

Dünya çocukluğumuzun sonsuz mavi okyanusu olmaktan, gri ve çorak bir çöl olmaya doğru sancılanacakmış yıldız kayarken tozlar üzerimize dökülmese.

Ruhunda hiç büyümeyen bir bebek barındıracak kadar şanslı olan herkes birazcık etkilenmiş, ve gülümseme erdemiyle doğmuş.


Hayat kayan yıldızlara rağmen çok sıkıcı olurdu,

o gün gülümsemenin kendisi dünyaya inmemiş olsaydı.

Nice senelere ayçam. Seni Çok seviyorum.

27 Ocak 2008 Pazar

Prensesim..



Bugün, yeni bir hayata adım atışımızın üzerinden tam bir yıl geçti. Günler, haftalar ve aylar; elele verip etrafımızda neşeyle dansettiler, güneş ellerini dizlerinin üzerine koyarak yanımıza oturdu, ay her gece gülümseyişimizi görebilmek için sabırsızlandı gökyüzüne tırmanırken.

Bugün, tam bir yıl önce bugün; geçmişimizde saklı bir fotoğraf albümlerimizin ilk sayfasına hiç ayrılmamak üzere yerleşti. Küçük, yürüdüğü her yere peri tozları serpiştiren bir kız çocuğu, kırmızı kazaklı ürkek bir çocuğun elinden tutuyor fotoğrafta, kim bilir ne güzel oyunlar oynuyorlar.

Bugün, sabah uyandığımızda bunun için bir gerekçe bulmaya çalışmak zorunda kalmayışımızın üzerinden bir yıl geçti. Hızla yol alırken parıl parıl geleceğimize doğru; seni her geçen saniye ile daha çok sevdim.

Gözlerine her baktığımda bir defa daha aşık oldum sana.

Elimi her tutuşunda, bana her gülümseyişinde içindeki hayat enerjisi ile bir defa daha hayran oldum sana.

Saçlarıma her dokunuşunla, beni daha konuşmadan anladığını gözlerinde her görüşümde, en sert fırtınalarda bile ruhunu kaybetmeyişine şahit olduğumda sana tekrar saygı duydum.

Seni çok seviyorum Ayçam, iyi ki varsın.

İlk yıldönümümüz kutlu olsun. Elin hep elimde olacak.

...

.

.

.

22 Ocak 2008 Salı

Kaç dünya var? / Kaç dünya yok?

Kaç kişi yaşıyor dünyada ? / Kaç kişi öldü?

Kaç kalp atıyor aynı anda şu an ? / Kaç kalp bir an daha atmaktan vazgeçiyor?

Kaç piyano tuşu var mevcut ? / Kaçına parmakların içinden duygular dokunuyor?

Kaç kişinin boğazı acıyor konuşurken ? / Kaç kişi bir kelime daha konuşabilmek için hayatını ortaya koyabilir?

Kaç kişi sigarasının dumanının karanlıkta kayboluşunu izliyor ? / Kaç kişi sıkıca sarılıyor üzerindeki battaniyeye etrafını saran ateşlerden korunmak için, ve bunların kaçı aynı anda ciğerlerine dolan dumanla ölümüne mücadele ediyor ?

Kaç kişi aşık ? / Kaç kişi yaşadığını hissediyor ?

Kaç kişi veremli bir albinoymuşcasına fütursuzca beyaz olan ekranına bakıyor ? / Kaç kişinin seyredecek bir kör duvarı bile yok ?

Kaç kişi yazabiliyor ? / Kaç kişi anlayabiliyor ?

Kaç kişi duyabiliyor ? / Kaç kişi konuşabiliyor ?

Kaç kişi takip ediyor dünya üzerinde olan biteni ? / Kaç kişi, hemen hemen her gününü hiçbir şeyi merak etmeden geçiriyor ?

Kaç kişi gündoğumunu görebildi bugün ? / Kaç kişi gündoğumuna onu denizin üzerinden görebilecek bir evi olmadığı sürece değer vermiyor ?

Kaç kişinin hayallerinde sadece arabalar var ? / Kaç kişi rüya görebiliyor hala ?

Kaç kişi sıçrayarak uyanıyor uykusundan ? / Kaç kişi gözlerini bile kırpmıyor üzerinde sallanan kabuslardan ötürü ?

İsis, yaşadı mı gerçekten ? / Osiris, hala arıyor mu parçalarını ? / Horus'un öfkesi dindi mi ?

Loki, konuşurken yere mi bakar ? / Odin, onu mu daha çok sevdi, yoksa Thor'u mu ?

Tanrı, var mı gerçekten ? / Ona bu soruyu sorma imkanımız olsa, ne cevap alırdık ?

Kaç kişi buzun üzerinde yürüyor şu an ? / Kaç kişinin teni çatlıyor güneşin kanser ışınlarından ?

Ben buradayım ya, orada biri var mı ? / Orada olan kişi, benim burada olduğumu biliyor mu ?

On yıl sonra, dünya hala olacak mı ? / Dünyanın adı ne ?

Sıcağı mı seviyor, yoksa soğuğu mu ? / Gülümsemek ister miydi, yoksa fırsatı olsa jenerasyonlar boyunca hiç susmadan ağlar mıydı ?

Marselyus'un adamları tarafından öldürülmeseydi, Sirakuzalı Arşimet dünyayı kaldıracak kaldıracı bulabilir miydi ? / Elimde olsa, ona verir miydim ?

Üzerinde Eureka!Eureka! yazan elyazmasını 1907'de istanbul'da ben bulsam, ne hissederdim ? / Kenarına yazılmış incil parçasını okuyabilecek kadar sabreder miydim ?


Haydi, her boku biliyorsunuz ya, cevap verin.

Serters

Ta ki seslerin yükselmesinin hoşgörüleceği o son ana kadar
-ki zamanı geriye doğru yaşayanlar dışında herkes içindir söyleyeceklerim, onlar adımlarını geriye doğru atar, ve yüzleri önlerine dönük olursa ölürler-
yardım için ağlamak yok,
uzaklaşan gemilerin ardından bakarak hıçkırmak serbestse de
yapıldığı zaman kendini iyi hissetmeye yardımcı olduğu söylenemez.

Yerel

Sis yere çamur gibi çöktüğü zaman korkması gerekir çocukların.
Ruhun berraklığını reddetmiş o mekruhluğun içerisine sızar günahlar günler ve geceler boyunca.
İsterse bembeyaz olsun kalbin;
yürümüyor musun dünya üzerinde, kafi,
ayağına bulaşacaktır.
Ve yerçekimi kurallarının yürürlükten kaldırılmasının tartışılmadığı bir dünyada
sözkonusu olan çamursa
hayatın ayaklarından başlar.