$2.99

30 Ekim 2006 Pazartesi

Kuzey Kore Halki Nasil Kurtulur?


Cok umurlarindaydi ya sanki, VACLAV HAVEL, KJELL MAGNE BONDEVIK ve ELIE WIESEL usenmemisler, Kuzey Kore halkinin cektigi acilar ve izdiraplar uzerine bir yazi kaleme almislar New York Times'da. Havel'i taniyorsunuz, eski Cek Cumhuriyeti Reisicumhuru, Bondevik Norvec eski basbakani. Wiesel ise taninmis bir profesor, genellikle insan haklari konusu uzerinde arastirmalar yapiyor. Artik yeter, biz dayanamiyoruz, ne olacak bu Korelilerin hali demisler, asagidaki yaziyi dokturmusler.

Linki bu; ama bu adamlar bazen subscription filan isteyebiliyor diye yaziyi da kopyaliyorum;

" WHILE the focus in recent weeks has been on North Korea’s nuclear test, we shouldn’t lose sight of the fact that the government there is also responsible for one of the most egregious human-rights and humanitarian disasters in the world today.

For more than a decade, many in the international community have argued that to focus on the suffering of the North Korean people would risk driving the country away from discussions over its nuclear program.

But with his recent actions, North Korea’s leader, Kim Jong-il, has shown that this approach neither stopped the development of his nuclear program nor helped North Koreans. It is time, therefore, for a renewed international effort to ameliorate the crisis facing the country’s citizens.

And with the unanimous adoption by the United Nations Security Council of the doctrine that each state has a responsibility to protect its own citizens from the most egregious of human-rights abuses, a new instrument for diplomacy has emerged.

States will retain sovereignty over their own territory, but if they should fail to protect their own citizens from severe human-rights abuses, the international community now has an obligation to intervene through regional bodies and the United Nations, up to and including the Security Council.

It is in this context that, working with the law firm DLA Piper and the United States Committee for Human Rights in North Korea, we commissioned a report on the failure of the North Korean government to exercise its responsibility to protect its own people. The evidence and analysis in this report are deeply disturbing. Indeed, it is clear that North Korea is actively committing crimes against humanity — against its own people.

North Korea allowed perhaps one million — and possibly many more — of its own citizens to die during the famine in the 1990’s. This was caused in part by the government’s decision to reduce food purchases as international assistance increased so that it could divert resources to its military and nuclear program.

Hunger and starvation remain a persistent problem today, with more than 37 percent of North Korean children chronically malnourished. And yet North Korea has requested less food assistance from the World Food Program and refuses to let the program monitor food distribution in some 42 of 203 counties in the country.

As a result of the cuts in food aid, the program has said that millions of North Koreans will face real hardship this winter and many aid groups have warned of another famine.

Furthermore, North Korea holds as many as 200,000 people in its political prisons. Not only are real or imagined dissenters imprisoned, but so are their relatives, including the elderly and children, under a guilt-by-association system instituted by North Korea’s founder, Kim Il-sung.

Prisoners in the gulag are provided starvation-level rations, forced to work long days under brutal conditions, and many face torture or execution for trivial offenses. It is estimated that more than 400,000 have died in the North Korean gulag over 30 years.

The few attempts by the international community to engage with North Korea on human rights and humanitarian concerns have come up short. Resolutions adopted by the General Assembly and the Commission on Human Rights have been repudiated by North Korean representatives and then ignored.

In addition, North Korea refuses to recognize the legitimacy of the United Nations special rapporteur on human rights in North Korea and has denied his numerous requests for access to the country.

Kim Jong-il has proven that the international community’s restraint in openly discussing North Korea’s treatment of its own people did not yield compromise on the nuclear issue. It merely allowed him to decouple the two issues.

Now that Kim Jong-il’s nuclear weapons test has attracted the attention and condemnation of the world, it is imperative to seize this opportunity and once again engage with Pyongyang on human rights and humanitarian concerns.

Our report recommends that, as a first step, the Council should adopt a non-punitive resolution urging open access to North Korea for humanitarian relief, the release of political prisoners, access for the special rapporteur and engagement by the United Nations.

We also urge the incoming secretary-general, Ban Ki-Moon, to make his first official action a briefing of the Security Council on this dire situation.

Protecting the people of North Korea requires nothing less."



Aslan parcalari, ozetle Kuzey Kore yonetiminin halkin cektigi tarifsiz sikintilar pahasina Nukleer programina devam etmesini bir insanlik sucu olarak ilan ediyor, Cezaevlerinde siyasi tutuklu olarak olen yuzbinlerce insanin , bir o kadar tutuklunun ve ac yasamaya mahkum edilmis cocuk yastaki calisanlarin haklarinin Uluslararasi toplum tarafindan savunulmasi icin yardim feryatlari atiyorlar.

Ulan, bu adam otuz senedir bu ulkenin basinda, bu milletin ezilmekten zerre dermani kalmadi, simdi mi geliyor akliniz basiniza ? Simdi mi mudahale cigliklari atiyorsunuz ? Amerika'nin dunyanin yuce cikarlarini korumasi icin bu uc isim tarafindan goreve cagirilmasini gormemiz, hic de olumlu gelismelere gebe olmayan gunlere dogru ilerledigimizi hissettiriyor.

The Origin of The Genocide - Soykirim'in Kokeni



Wallerstein'in "Modern Dunya Sistemi" kitabinin 1.Cildinden alintiliyoruz, arzu edenler varsa Ideefixe'den temin edebilirler;

"Bununla birlikte, koleler beceri gerektiren buyuk capli girisimlerde faydali degildirler. Onlardan yapmaya zorlandiklari seylerden fazlasini yapmalari beklenemez. Bir kez beceri gerektirrdiginde alternatif isgucu kontrolu bulmak daha ekonomiktir. Cunku, aksi takdirde ucuz isgucu maliyeti, dusuk uretim oraniyla dengelenerek avantaj olmaktan cikar. Yogun isgucu isteyen urunler, gercekte "hasat" edilmek icin minimum beceri gerektiren, dolayisiyla kontrol icin en az yatirimi gerektiren urunlerdi. Zalim patronlarin emri altindaki beceriksiz isci yiginlarinin kullanildigi urunler, oncelikli olarak seker ve sonralari pamuktu.

Seker ekimi, Akdemiz adalarinda baslayip sonralari Atlantik adalarina oradan da Atlas Okyanusunu gecerek Brezilya ve Karaiblere kaydi. Kolelik sekeri takip etti. Kolelik yer degistirdikce kole sinifini olusturan etnik kompozisyonda degisti. Fakat nicin Afrikalilar yeni koleler olmuslardi? Cunku ekimlerin yapildigi yerdeki yerli isci arzi tukenmisti; cunku Avrupa iyi nufus yogunluguna sahip ve kullanacagi yerde yakin bir bolgeden insangucu kaynagi bulma ihtiyaci icindeydi. Fakat bu bolgenin Avrupa'nin dunya ekonomisinin disinda olmasi ve bu sayede bolgenin insangucunun buyuk oranlarda azaltilmasinin yaratacagi ekonomik sonuclarin, Avrupa'yi endiselendirmemesi gerekiyordu. Bati Afrika bunun icin en uygun adaydi.

Alternatif isgucu arzinin bitmis olusu acikca ortada. Akdeniz ve Atlantik adalarina dayatatilan tek kulturlu tarim, buralari hem toprak hem de nufus acisindan yikima ugratmisti. BUralardaki topraklar kalitesini kaybetmis, nufus da ya olerek yok olmus, ya da kotu sartlardan kurtulmak icin goc etmislerdi. Karaib adalarindaki yerli nufusu tamamen ortadan kalkmisti. Yeni Ispanya ( Meksika )'da nufus 1519'da 11 milyon iken 1650 civarinda 1.5 milyona inerek dramatik bir dusus gostermisti. Brezilya ve Peru'da da benzer nufus azalmalari gorulmustu. Bu demografik dususun en yakin iki aciklamasi, hastalik ve Avrupalilarin yetistirdigi hayvanlarin yerlilerin tarimina verdigi zarar olarak belirmekte. Fakat insangucunun, ozellikle de madenlerde kelimenin tam manasiyla bitirilmesi de onemli etkiler yapmis olmalidir."

Breh breh breh. Pardon, biz kimi kesmistik size gore ??

28 Ekim 2006 Cumartesi



:)

Bu da bizim konuyla ilgili yaptigimiz yorum;

Homur : "..we saw your "sonne" video and it s ( also) good. then we thought that that u can do better... but when we watched other videos we changed our minds... sorry girls but we dont wanna see cuteness but hot stuff ( hell yeah!!!).."

Hehe, Turkce meali ise soyle ( :P ) :

"..Sonne videonuzu gorduk, ve (neredeyse) iyi. O anda dusunduk ki, daha iyisini yapabilirsiniz. Fakat diger videolarinizi gordugumuzde fikrimizi degistirdik...Uzgunuz kizlar, biz seksi seyler disinda sirinlik gormek istemiyoruz ( Hell yeah ! :))

19 Ekim 2006 Perşembe

Son Gelismeler

Evet arkadaslar, yazin son gunlerinden yeteri kadar uzaklastik artik; kisin getirdigi umutsuz ruh hali hepimizin uzerine katran gibi cokerken; yapabilecegimiz tek sey yazdan kalma aliskanliklari surdurmek yerine bu depresif gecisi biraz daha kolaylastirmak. Kahvenizi alip muzigin sesini hafifce kisin, ve disarida amansizca kosturmakta olan ruzgarla dans eden yagmuru dinleyin.

Cetin gececek kis, ve guzel; ozellikle benim gibi soguktan bile bir mutluluk sebebi cikarabilenler icin.

Gelelim son haberlere.

Bence gunun en bomba gelismesi, RTUK tarafindan Radyo ve Televizyon yayincilari Dernegi'ne gonderdigi tavsiye karariyla, Fransiz urunu yayinlarin gosterilmemesini tavsiye etmesi oldu. NTVMSNBC.com'dan alintiliyoruz;

"Radyo ve Televizyon Yayıncıları Derneği’ne gönderilen tavsiye kararında, Fransız kaynaklı medya ürünlerinin kullanılmaması istendi.

Kurul’dan yapılan açıklamada, “Türk halkının tarihine karşı yapılmış büyük bir haksızlık olan ve Türk-Fransız dostluğunu bozma niteliği taşıyan, sözde Ermeni soykırımını inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören yasa önerisi gündemden tamamen çıkarılıncaya kadar, Türkiye’de yayın yapmakta olan radyo ve televizyon kuruluşlarına Fransız kaynaklı medya ürünlerini yayınlamamalarının tavsiye edilmesine oy birliğiyle karar verilmiştir” denildi."

Bu fikir asil olaran hangi dangalagin aklindan cikti bilmiyorum ama, bence RTUK'un ne kadar uyesi varsa hepsi Kultur Emperyalizmi ve Fasizm kavramlari uzerine dusunmeli. Siz Fransa Parlamento'sunun kararini Fransiz Kultur urunlerini ezerek protesto edemezsiniz, bu sokaklarda eski Peugeot'lari parcalamaya da; Dincilerin gazina gelip Fransiz maliymis gibi lanse edilen Ulker rakibi urunleri yememeye de benzemez.

Fransa Parlamento'sunun aldigi karara bu ulkede ufak bir azinlik haricinde herkes tepkili, ama bugunlere gelmemizde en onemli payin tepkimizi gosterme hakkimizi daima yanlis kullanmamizda oldugunu da unutmamaliyiz. Abdullah Ocalan biz Uno'larin uzerinde tepindigimiz icin Turkiye'ye teslim edilmedigi gibi, Fransa Meclisi'nde alinan bu kararin bir sekilde Fransiz sistemi icerisinde onune gecilmesi de biz Fransiz Konsolosluguna bulabildigimiz tum kek malzemelerini firlatiyoruz diye olmayacak.

Yine de tepkinizi bu tarz olaylarla insa etmenizi anlayabiliyorum; sorun burada degil. Sorun yukarida goruldugu gibi, esegin bir taraflarina suyu kacirmak icin bu tarz insanlarin sebat gostermesinde. Kardesim, Fransiz kaynakli Medya urunlerinin kullanilmamasi bu olayi hicbir sekilde cozume suruklemeyecegi gibi, uzerinden zaman gecip de bu karar tarihi bir done olarak incelendiginde bizim kendimize olan saygimizda da ciddi sarsintilara yol acacaktir.

Tamam; Simdi Gerard Depardieu'nun filmlerini izlemeyecegiz, Luc Besson'a burun kivirip Daniel Auteuil'in insanustu oyunculugunu gormekten gelecegiz,

Peki ya bir gun bu dallamalara benzeyen biri cikip Marcel Proust'u, Sartre'yi, Albert Camus'u da okumamamizi tavsiye ederse? Fasist dusunce kohne ve karanlik bir agac kabugu gibidir, girdiginiz yer isil isil olsa da nereden cikacaginizi asla bilemezsiniz.

Siz Fransa'ya dusman oluyorsunuz, bu karara ya da Fransiz Parlamentosuna degil. Bense beklentilerinizin aksine Fransa'ya asla dusman olamayacagim; Necati Dogru gibi Curumus Fransa Bilmemne Fransa Yozlasmis İdol seklinde bol unlemli, uyakli, hicbir boka benzemeyen yazilar dokturemeyecegim.

Cünkü; Sartre Fransa'dir arkadaslar. Proust, Fransa'dir.

Kaldi ki Death Metal grubu Gojira'yi gun gectikce daha da fazla tutmaya basladim. Onlar da Fransiz, ne yapacagiz simdi ? System of a Down'a yaptigimiz gibi onlari da Last.Fm'de shit olarak mi taglasak acaba ?


Bu konuya dalmisken diger gelismeleri unutuyorduk az kalsin; bazen sinirlenince kendimi kaptiriveriyorum.

Kirk Hammett'in oglu olmus ; kendisini kutluyor, kucuk angel ray keala'ya babasinin feyz alacagi yonlerini iyi secmesini ve guzel bir hayat diliyorum. Boylece Kirk'in i.ne olduguna dair soylentiler de yikilmis oldu.

Bu olaya Dave Mustaine ne diyecek acaba, hehe.

18 Ekim 2006 Çarşamba

Rembrandt ve Cevresi - 20.10.2006 / 7.1.2007 [Pera Muzesi]

Evet, dunya gozuyle Rembrandt'i da gorecegiz boylece.

Suna ve İnan Kirac Vakfinin destegiyle buyuk isler basarmaya devam eden Pera Muzesi, 20 Ekim - 7 Ocak tarihleri arasinda "Rembrandt ve Cevresi" isimli sergiyi seyrimize sunacak. Buyuk ressamin 400. dogum yilini kutluyoruz bu sene bildiginiz gibi.

Hollanda'daki Boijmans Van Beuningen muzesinin destegiyle gerceklesecek olan sergi, ( ki bu muzede Rembrandt'in Titus'u, Brueger'in Tower of Babel'i gibi cok onemli tablolar bulunmakta ) hem Rembrandt'i, hem de cagdaslarini inceleme firsati bulabilecegiz.

Hazir ustadi anmisken, bize biraktigi birkac esere de deginebiliriz diye dusundum;





Yaklasik doksan adet otoportre yapmis bir ressamdan bahsediyoruz, ustteki resim 1640, digeri 1661 yilina ait. 21 sene icinde kendisi kadar cizgileri, fircayi vurusu, hayata bakisi da degismis.





Bu ikisi cok cok ozel tablolar, erken donem sayilabilecek 1640 oncesine ait bu iki tablo, bence ressamin renk kullanimini ve uslubunu en iyi ozetleyen eserleri arasinda. İlk siradaki Meditation, varligin icerisindeki hicligi ve bosvermisligi usulca yansitmasiyla, renk kullanimiyla ve Osmanli Donemlerindeki Zaviye hayatini andiran dinginligiyle ressamimiz hakkinda fazlasiyla ipucu barindiriyor. Onun hemen altindaki tablo ise Dalilah tarafindan saclari kesilerek gucu elinden alinan Samson'un kor edilmesini tasvir ediyor; evet Rembrandt kadinlara duskun oldugu soylenen bir sanatciydi, bu tabloda sectigi konu bu acidan fazlasiyla ilginc.



Cok konusulan tablolardan birini de hemen yukarida gorebilirsiniz; "Slaughtered Ox" o doneme kadar cizilmeye pek layik gorulmeyen kancaya asilmis ve parcalanmis bir okuzu konu aliyor. Francis Bacon ortaya cikip da bu alanda bilinen herseyi darmadagin edene kadar Rembrandt bu tuhaf tavriyla tek olma ozelligini korumus.



"Man with a Magnifying Glass" 1668 yilina ait bu tablo da olgunluk donemini gostermesi acisindan onemli. Portrelerde ustalasmis ressam, burada da cagdaslarindan cok farkli bir uslup benimsemis. İsik kullanimina ozellikle dikkat.

Boijmans Van Beuningen gercekten surreal, tuhaf bir web tasarimina sahip oldugu icin Rembrandt'in hangi tablolarina sahip olduklarini ogrenemedim. Ama bildigim kadariyla yukaridakilerin hemen hemen hepsi Ya Metropolitan'da, ya Louvre'da , ya da baska yerlerde. Sitelerine uye olup oyle bilgi almayi deniyorum, basarili olursam size tekrar bilgi verecegim.

Güzel haber, degil mi ?

17 Ekim 2006 Salı

NBA'de Yılın Fotografı

Nba.com'un kullanicilari arasinda yaptigi anketin sonuclarina gore, 2006 yilinin fotografi asagidaki kareymis; fotografci ise Jesse Garrabrant.



Ben Wallace'i Shaq'a "Yok abi o olay oyle degil" dedigi kare, Detroit - Miami serisinin besinci macindan alınmış. Aşağıdaki fotograf da, ayni ankette ikinci olabilmiş, hayat adil:

15 Ekim 2006 Pazar

Haftanın Playlisti

Bir bakalim, bu hafta neler dinleyebiliriz?

6. Gov't Mule - Kulliyat [Bir kere bu adamlar kesin dinlenecek, kacis yok. Hayatimin soundtrack'ini yapmak yolunda ilerliyorlar, ama yagmurlu havalarda gecerli degiller pek.]

5. Gurol Agirbas - Kopruler İki Dunya [Guzel album, Erkan Ogur da var.]

4. Dream Theater - Six Degrees of İnner Turbulance

3. Audioslave - Revelations

2. Motorhead - Kiss of Death [Super album, super produksiyon, super sarki sozleri, super vokal. Vokalisti Lemmy diye bir cocukmus galiba, takdir ettim.]

1. Sepultura / Soulfly - Kulliyat. Kacinilmaz olarak.

Arz ederim.

Reunion?

24 yillik hayatimda sanirim ilk defa, ben demistim deme sansina sahip oluyorum.

Asagidaki resimler; Soulfly resmi Web sitesinin forum kismindan alindi. Tam on yil sonra iki kardes tekrar yana, el ele. Igor Sepultura'dan ayrildigini acikladigi zaman, "Senin yerin kardesinin yanidir evladim" diyen binlerce Sepultura fanindan biri de bendim.

Asagidaki fotograflarin yanina, Max'in yuzundeki inanilmaz gulumsemenin ne anlamlara geliyor oldugunu da eklersek, yakinda Sepultura'yi baska bir isimle de olsa tekrar izleyebilecegimiz sonucu uzak gorunmuyor. Max grubuyla buralara ugruyor cunku, yeni bir projeyle yine buralarda dolasacaktir.








Hail to Igor, Max, and all Sepulnation !

Cozy Powell

Sene 74, Grup Rainbow, Davulcu merhum Cozy Powell. Mike Portnoy muzik yapmiyor o zamanlar, Dave Weckl yapmiyor, Dave Lombardo, Lars Ulrich, Scott Colombus, Gene Hoglan hicbiri yapmiyor.

Ve bu adam, o yillarda deliler gibi cift kros kullaniyormus. Teknige, bagetleri tutusa dikkat, ben hicbir birakin Metal'i Hard'n Heavy davulcusunda bu uslubu goremedim.

Sekiz sene oluyor hayatini kaybettigi kazanin ardindan, biz bu yuzden kendisini hala aniyoruz.

Takdim ediyorum; karsinizda Cozy Powell, Black Sabbath'in hayatta kaldigi yildan cok cok daha fazla albumde calmis davulcusu.

14 Ekim 2006 Cumartesi

Kemal Kerinçsiz : One For the Money, Two For the Show !



Hehe, ben bu adama bayiliyorum arkadaslar. NTVMSNBC.Com'dan alintiliyoruz, resmi de oradan aparttim arkadasin tarzini yuzde yuz yansitan daha iyi bir resminin olabilecegini sanmiyorum;

"Davayı hangi gerekçeyle ve hangi mahkemede açmayı düşünüyorsunuz?

Bunun temal altyapısını henüz oluşturmadık. İsveç mevzuatı bu konuda çok önem taşıyor. Ödülün verildiği kurum İsveç Akademisi olduğu için mutlaka İsveç yasalarına göre açacağız. Muhtemelen sözkonusu akademik kurulun uyguladığı bir mevzuat var. O mevzuat, özel de olsa, geleneksel de olsa ödülün o mevzuat içerisinde objektif, genel ve eşitlik kurallarına uygun olarak verilmesi lazım. Tamamen bilimsel, akademik ve sanatsal değerlerin özümsenerek eserlerin tespit edilmesi lazım. Asla siyasallaşmaması ve siyasi kriterlerden uzak kalması lazım. Burada biz şu kanaatteyiz: Orhan Pamuk’a verilen ödül tamamen siyasallaştırılmıştır. Ermeni diasporasının gayretleriyle verilmiştir. Saat yarım sularında bir yandan Fransız Meclisi’nden çıkan karar hemen akabinde Orhan Pamuk’a aynı konuda, onun yapmış olduğu sözde Ermeni soykırım açıklamaları konusunda ödülün verilmiş olması aslında bu ödülün genellikle objektiflikten, bilimsellikten, edebilikten, sanatsal özelliklerin korunmasından çok daha uzak doğrudan doğruya belli bir çevrenin baskısıyla, himayesiyle verildiğinin göstergesidir."

Olaylari kicindan anlamak konusunda gosterdigi bu ustun basaridan dolayi asil sayin Kerincsiz'e Nobel Fizik Odulu verilmesi lazim, armudun nasil dibine dustugunun canli ispati olmasi yeter de artar bile.

Bu ulkenin milliyetcisinin karikaturize edilmis hali budur iste, biraz abartilmis, kenar cizgilerinin uzerinden gecilmis hali. İsveç Akademisi'ni, İsveç Akademisi'nin verdigi bir odulde İsveç Akademisi'nin henuz oldugundan bile emin olmadigi mevzuatini aykiri davrandigini dusundugu icin dava edecekmis bu arkadas. Yani;

1. Olayin genel cercevesinden haberdar degil. Bu lafi Nobel/Fransiz Meclis Karari olaylarinin hemen arifesinde dile getirecek kadar populizmin temellerinden haberdar, ama henuz emin olmadigi bir sucun islendigine dair dava acmaya kalkisacak kadar hukukun temellerinden habersiz.

Devam ediyoruz;

"Orhan Pamuk’un kitaplarını okudunuz mu?

Okudum, okudum.

Hangi kitaplarını okudunuz? Edebi olarak nasıl eleştirdiğinizi öğrenebilir miyiz?

Kar romanını okudum. Bir iki eserine de başladım ama emin olun 50-55 sayfadan sonra götüremedim. Zamanımın boşa harcandığı kanaatiyle uzak kaldım ama Kar romanını başından sonuna kadar okudum. Onu da edebi değeri son derece düşük, ikinci-üçüncü sınıf romancıların yazabileceği kitap olarak görüyorum."

2. Edebiyat bilgisinden yoksun. Estetik duygu yok, elestiri kabiliyeti ve kulturu yok, sadece ve sadece basladigi bir romani 50-55 sayfa okuyabilecek basirete ve sabira sahip. Sondaki ikisi, bastaki ikisinin yerini katiyen tutmuyor; hatirlatirim.

Devam;

"İsveç’e ne zaman gidiyorsunuz?

Yasal mevzuatı toplayacağız. İsveç’te açabileceğimiz davanın genel ilkelerini koyacağız. Nobel Ödülü’nü hangi mevzuata uygun olarak verildiğini tespit edeceğiz. Ondan sonra davayı açacağız. Emin olun ödülü şaibeli hale getireceğiz. Çünkü Orhan Pamuk da bizim gözümüzde şaibeli, ödül de şaibeli. Biz ödüle şu gözle bakıyoruz: Türk milletinin değerlerine hakaret etmenin bir bedeli ve diyeti var."

3. Bravo koc yigidime. Amac odulun saibeli oldugunun konusulmasi, peki odulu dunya kamuoyu nezdinde saibeli hale getirecek olanlar kimler ? Turkiye'nin 301. maddeden dolayi dunya capinda sorgulanan bir ulke haline geldigini insanlarin gozune anlamsiz davalar acarak savunan bir avukat. Peki bu kisi odulu nasil saibeli hale getiriyor? Turklerin anlamsiz davalar acmaktan baska haklarini savunabilecekleri doneler one suremeyeceklerini ispatlayarak. Biz, hakli oldugumu Sozde Ermeni Soykirimi iddialarinda da bu tarz hareketler sonucunda bu kadar geriye dusmustuk.

Hamasi hareketler, ve Turke Turkun propagandasini yapmak sadece Edirne'ye kadar isinize yarar sayin Kerincsiz; bunu sizin degerli buyukleriniz zaten biliyor olmali, umarim hareket etmeden once Sayin Bahceli ve Sayin Demirel gibi Siyaset Cemberinde sizden kat ve kat fazla pismis buyuklerinizden feyz aliyorsunuzdur.

Kendisi bundan yillar once oturdugum ilcede "Milli Hislere sahip bir Parti" kanadindan belediye baskan adayi olmuslardi, secilmemis olmalarina her gecen gun daha cok seviniyorum. Duvarlara asilan afislerinden o zaman cok korkardim, simdi bir tane bulsam atlattigimiz o gunlerin anisina duvarima asmayi planliyorum.

PS: Lutfen kendisi ve kendisi gibi dusunenler, sayet yollari bir gun buralara duser de ruhuma bir kufurname okumak icin birkac dakikalik sovgu durusunda bulunurlarsa, konuyu netlestirmek icin asagidaki SOAD yazisini da okusunlar.

Begenmezlerse altlarda bir yerlerde Cemal Sureya'nin bir siiri var, gozlerinin dibine yerlesmis estetik carpikligi duzeltir mi bilmem ama, sanirim iddianamelerden daha degerli metinler okumalarinin zamani geldi.

BEKO TBL'de Mac İzlemek İcin Yapilmasi Gerekenler

1. Bilet Almak:

Efendim, basket maclarinin biletleri eskisi kadar zor ulasilir degil, salonlarin kapilarinda alma seceneginin yaninda biletixten de alabilirsiniz. Onemli olan 10 ytl olan bileti 1 ytl islem masrafi ve 3 ytl hizmet bedeli ile %40 daha fazla fiyata almaniz degil, dunya uzerinde boyle komisyonlar koyan baska firma var mi onu da bilmiyorum. Olayin puf noktasi su; biletler bildiginiz gibi tribunlerin sahaya yakinliklarina ve acilarina gore farkli fiyatlardan satilmakta. Sakin ha gidip de ( Saha icini kapsayan biletler haric ) pahali biletlerden almayiniz. Cunku Tekel - Darussafaka gibi bir mac izliyorsaniz zaten salonda polislerle birlikte yalniz olacaginiz icin istediginiz yere gidip oturabileceksiniz. Ama Fenerbahce Ulker - Besiktas Cola Turka gibi bir maca gitme niyetiniz varsa, ve amaciniz sadece ve sadece musabakayi izlemekse, saha kenarinizdan aldiginiz bilet bir sure sonra bazi gucler tarafindan salon kapilarinin disarida ucretsiz girmek icin bekleyen guruha acilmasi sonucunda etkisiz hale gelecektir, siz zaten saha kenarini pankartlarla kaplayip hoplayip ziplamak icin can atan fanatik taraftarlar tarafindan tadi kacmis bir sakiz gibi cignenip oturdugunuz yerden tukuruleceksiniz. Ben, iki periyot dayanabildim, maci rahat izlemek icin ust tribundeki kameramanin yanina kactigimda ise oturdugum yerin uzerinde tum tribunu kapsayacak sekilde bir bayrak acildigini gordum. Evet, o bayragin altinda kalan yaklasik dort bin kisi maci nasil izledi o kismi hepimiz merak ediyoruz. Hayir, bir de kesin kasinti filan yapar o naylon.

Ayrica, belli bir takim taraftariysaniz, anladigim kadariyla mac oncesi salonun disina gelen Reis adinda bazi adamlar mevcut, bunlari bekleyip "Abi meraba ehu ehu" seklinde etrafindaki etten cembere dahil olursaniz, bilet almaniza filan gerek kalmiyor. Neyin reisidir, onu bilemiyorum, ama Temel Reis olmadigi kesin.

Ha, bir de Biletix isimli bu kurulus BJK ve Fenerbahce kulupleri arasinda yapilan anlasma geregince maclara misafir seyirci alinmayacagini bilet satis ekranlarindan duyurmuyor, buna dikkat edin yoksa benim gibi sekiz dokuz bin Fenerbahce seyircisinin icinde tek Besiktasli olarak mac izlemek zorunda kalirsiniz. Duzenli olarak bize karsi duyduklari cinsel acliktan bahsettiler, benim aklim o sirada Ostojic'in neden etkisiz kaldiginda oldugu icin pek tahrik olmadim.

2. Salona Girmek:

Bu da diger bir dikkat gerektiren nokta. Allah muhafaza, sigara filan iciyorsaniz, ve benim gibi cakmaginiza bagli bir insansaniz; tavsiye ediyorum maca kibritle gidin. Biliyorsunuz; karsilasmalar sirasinda kafa yarmak maksatli sahaya cakmak, bozuk para, cep telefonu, cagri cihazi, semsiye, maytap ve sandalye atan tipler mevcut ulkemizde, ve sevgili guvenlik guclerimiz nazarinda hepimiz bu kapsama giriyoruz. Kapidaki gorevliye cakmagimi vermeyecegimi belirttim, o da vermek zorunda oldugumu soyledi. Sigara ictigimi, ve sigarami yakabilmek icin genellikle cakmaga gerek duydugumu soyledigimdeyse ne is yaptigimi sordu. "Borsaciyim" dedim, inanmayip kimligime bakmak istedi. Ehliyetimden borsaci oldugumu nasil anladi bilmiyorum ama cakmagimi geri verdi, oysa borsacilarin cogu derin ruhsal problemler yasayan insanlardir. "Sofben tamircisiyim" deseydim ne tepki verecekti cok merak ediyorum.

Tabi borsaci oldugum icin paranin kiymetini bildigim varsayimindan hareketle bozuk paralarimi da almadi, zaten bes dakika sonra icerideki bufelerde sosisli alma girisimim sonucu verdigim 10 ytl'ye karsilik para ustu olarak 6 adet 1 ytl'lik bozuk parayla odullendirilmistim. 6 tane buyuk sayilabilecek madeni paradan bahsediyorum, kafa yarma gibi bir istegim olsaydi İbrahim Kutluay'in gorece buyuk kafasina uc tanesini isabet ettirebilirdim. Kesin.

3. Yerinize oturmak:

Biletiniz var ya, siz tabii ki yerinize rahatlikla oturabileceginizi dusunuyorsunuz. Rahat olun ve gevseyin, boyle bir gercekligin mevcut olmadigini birazdan kolaylikla kabul edeceksiniz. G3 tribununde ve ilk sirada bir adet koltuk sahibi oldugunuz dusunun, yerinize gittiginizde kicinizi koymaniz icin tasarlanmis koltuklarin uzerinde zaten bir suru ayakkabi oldugunu goreceksiniz. Bu ayakkabilarin icleri de dolu, ama ne yazik ki ayaklarin sahipleri icin ayni seyi soyleyemeyecegim. Ben gidip yerime oturdugumda bir suru genc arkadasim, onunde ne yazdigini bir turlu anlayamadigim bir pankarti baglayabilmek icin insanustu caba gosteriyorlardi. Macin baslamasina birkac dakika kala nihayet basarabildiler de yerimize oturduk. Kendilerine buradan tesekkur ediyorum, biraz daha zorlansalar hic oturamayabilirdim. Oturdugum sure boyunca da, saha icindeki Erdal Acar kilikli bir arkadasimizdan talimat alabilmek icin surekli olarak sagimdan, solumdan, uzerimden atlayip sahaya girdiler. Benim bildigim oraya girebilmek icin yapilmis iki tane duzgun kapi var, bu kapilarda biletlerinizi kontrol eden arkadaslar mevcut. Tabii bu bahsettigim Pseudo-Erdal Acar arkadasimiz gibi cebinizde bir tomar VIP biletiniz varsa pek de sorun olmuyor. Kendisi bir saniye maci izlemedi, gozu surekli tribunlerdeki tezahuratin nasil yonetildigindeydi. Aziz Yildirim'in kendisiyle kivanc duydugunu dusunup pek bir memnun olduguna eminim.

4. Maci İzlemek:

İste en keyifli kisma geldik, tum cektiginiz sikintilar sona erdi ve siz artik macinizi izleyebileceksiniz. Biliyorum, Mrsic'in nasil oynayacagini, Kambala'nin pota altini nasil darmadagin edecegini ve Reese'in nasil top kullanacagini cok merak ediyorsunuz; ama eger benim gibi maci yakindan izleme niyetinde bir insansaniz hic bir halt goremeyeceginizi garanti ediyorum. Siz , basketbol salonuna mac izlemek icin gelen zavallilar, ayaga kalkmak zorundasiniz ! Hem de en onde olmaniza ragmen, cunku VIP sayilan sandalyelerde oturan ve tam saha seviyesinde bulunan arkadaslar bir saniye bile oturmuyorlar ! Bu kadar cok kisinin basurdan muzdarip olacagini dusunmuyorum, herhalde boylesine coskulu tezahurat yapmak kendilerini iyi hissetmelerine sebep oluyordur. Oturdugum yer birazcik sagda oldugu icin Fenerbahce hucumlarini izleyebildim, ama Besiktas hucumlarinda hicbir sey goremedim.

Ey basketbol salonuna maci izlemek icin giden zavalli, tependeki buyuk ekran senin maci izleyebilmen icin yapilmistir; kaldir o aptal kafani ve maci oradan seyret !

5. Yan İhtiyaclar:

Artik eskisi gibi degil, salonlarda tum ihtiyaclarinizi karsilayacak yan olanaklar mevcut. Tuvaletler guzel, yillardir Abdi İpekci'nin hicbir tuvaletinde ne kicimi , ne elimi silebilecek tek bir pecete parcasina rastlamamis olsam da temiz oldugu soylenebilir. Sigara tiryakisiyseniz bufelerin oldugu bolumlerde sigara icebiliyorsunuz, hatta birinci periyodun sonundan itibaren ortalikta TBF'den kimse kalmadigi icin salonda da icebiliyorsunuz. İlk periyot biterken saha ici tribunlerden ufak bir duman huzmesi yukseldigini gordum, yapan arkadasi medeni cesaretinden dolayi tebrik ediyorum.

6. Yerinizden kalkmak - Ve salondan Cikis:

Erken davransaniz iyi olur, kolay degil merdiven bosluklarini doldurmus binlerce kisinin uzerinden gececeksiniz. Eger benim gibi kalabaligin coskusuna dayanamayip onceden biryerlere kactiysaniz isiniz daha kolay, macin bitiminden bir iki dakika once cikip rahatlikla ulasim araci bulabilirsiniz.

Burada yazdiklarimdan Fenerbahce seyircisine kil oldugum sonucunu cikaran bir suru aklievvel olacaktir; hayir, ben sadece sporu eziyet haline getiren her turlu fanatik taraftara kilim, o konuda renk ayrimi yapamiyorum. İkinci devre rovans maci yuksek ihtimal Akatlar Spor Kompleksinde olacak, orada da durumun farkli olacagini sanmiyorum.

Herseye ragmen guzel mac oldu, Fenerbahce bizi kotu elledi orasi ayri.

12 Ekim 2006 Perşembe

Türker Alkan ( 12.10.2006 )

Siz simdilik yaziyi okuyun, daha sonra bu konu uzerine uzun uzun konusacagiz;

"Sokaklarda yaşayan evsiz barksız bir garibanı beş genç döverek öldürdü. Adam mübarek Ramazan'da oruç tutmadı diye. Katillerden dördü lise öğrencisiydi! 'Tanrım' diye şaşkın şaşkın düşünüyorum o günden beri, 'lisede nasıl bir eğitim veriyoruz da çocuklarımız böyle bir gerekçeyle insanları döverek öldürebiliyor?'
Neden Allah adına cinayet işlenir? Kızdığı bir kulunu cezalandırmayı Allah istese kendisi yapamaz mı? Oruç tutmamak mı daha günahtır, adam öldürmek mi?
Lisede eğitim verdiğimiz gençleri bu basit soruları soramayacak ve yanıtlayamayacak kadar bağnaz mı yetiştiriyoruz?
Bunların yanıtı belki de okullarda okuttuğumuz kitapların içeriğindedir, son zamanlarda gördük ki kitaplar hiç de masum değil.
Danıştay cinayetini işleyen Alparslan da aynı gerekçeyle kendisini savunuyor: 'Bu işi türban için, Allah için yaptım!' Adamın babası Milli Eğitim Bakanlığı'nda senelerce müfettişlik yapmış: 'Böyle bir oğlum olduğu için iftihar ederim' demeye yakın sözler söylüyor. Bu adam nasıl senelerce müfettişlik yapmış, nasıl atanmış, terfi etmiş, sorulması gereken sorulardır. Kısacası, bakanlık da masum değil!
Allah adına cinayet işlemeye başlarsanız bunun sonu yok! Trabzon'da rahip Santoro'yu öldürdüğü için 18 yıl hapse mahkûm olan O.A.'nın annesi de yaman çıktı: "18 yıl da yatar, 20 yıl da yatar!
Helal olsun benim evladıma. Allah için yatıyor!"
Aileler de masum değil!
Hiç anlamıyorum nasıl olur da Allah'ı bir cinayete suç ortağı yaparlar? Hem de yaşlı bir din adamının katlini Allah'ın buyruğu gibi gösterirler?
Allah adına öldürmenin gerisinde yatan şey, Allah adına konuşabilmektir veya Allah'ın niyetini insanın bildiği inancıdır. İnsan bir kez Allah adına konuşmaya başlarsa gerisi geliyor. Kendi kinlerini, zaaflarını, düşmanlıklarını Allah'a izafe ederek her türlü cinayeti işleyebiliyor.
Dört liseli bir olup zavallı birini döverek öldürünce şaşkınlıkla sorduğumuz sorunun tam olarak yanıtı mıdır bilmiyorum, ama benim kafamdaki yanıt şöyle:
Böyle ders kitaplarının, böyle müfettişlerin, böyle babaların, böyle anaların olduğu bir toplumda böyle çocukların yetişmesinden daha doğal ne olabililir ki?
Bağnazlığın aileden de kaynaklanan bir yanı varsa, kırılması zor bir kısırdöngüyle karşı karşıyayız demektir. Dikkatlerimizi namus-töre cinayetlerinde ailenin oynadığı role yönlendirdik haklı olarak, fakat bu 'siyasal dini' cinayetlerde ailenin rolünü göz ardı ettik sanıyorum. Belli ki aileden alınan eğitimin bu konuda önemli bir etkisi var.
Ailenin etkisini okullarda dengelemek ve değişirmek mümkündür. Fakat şu ana kadar kamuoyuna yansıyan ders kitaplarının içeriği ister istemez bir kuşku yaratıyor.
Yaşlı insanların yobazlığını, koşullanmışlığını kabullenmek daha kolay da, gençlerin yobaz olmasını içime sindiremiyorum. İstikbali onlar temsil ettiklerinden olmalı."

7 Ekim 2006 Cumartesi

SOAD, Ne yazik ki beni de yol ayrimina getirdiniz..

System of a Down ulkemiz sinirlari icerisinde uzerinde tartismalar donen bir grup. Ermeni asilli dort gencten mutesekkil SOAD, son zamanlarda gormeye alistigimizin aksine politik eksenli bir muzik yapiyor; sistem elestirisinden tutun da savas karsitligina kadar; ama Sozde Ermeni Soykirimi iddialari savunduklari en temel arguman.

Degisik tarihlerde grupla yapilan birkac roportajdan alinti yaparak baslayalim da; kafanizda bazi seyler netlessin.

Asagidaki paragraf, NyRock.com ile 2000 yilinda yapilan bir roportajdan alinti;

"ROCK: You have an Armenian heritage. In your music, you address the Armenian genocide that happened earlier this century in Turkey.

SERJ: My grandfather told me a lot about it, how he managed to escape and his whole family got killed. I grew up with it and it influenced my thinking. The fact that the band shares the same roots, the same Armenian heritage is a common bond. In a way we're all outsiders and see a lot of things from the position of an outsider. We look at things from an outside perspective and that perspective is often more clear.

SHAVO: Turkey still denies that it ever happened. You can't just rewrite history. It happened and we don't want to blame the population for what happened before most of them were born, but it happened and the authorities should stop denying it.

NYROCK: About two years ago you were scheduled for a concert in Turkey and decided not to play. Some say it's a sign that you do blame the people who live there now. After all, the Turkish government didn't ban you....

SERJ: We couldn't have performed there without addressing the subject and we'd have ended up in jail for that. Prison in Turkey is rather rough. I don't think our record company could have got us out of there. So we decided to cancel the gig. Playing there and not addressing the subject would have been too hypocritical."

Bu da antiMusic.org ile yaptiklari 2005 yili roportajindan, ki bu sayfanin altinda ziyaretciler tarafindan yapilmis olan yorumlar tartismanin ne olcude algilandigi yonunde bir gosterge olarak kabul edilebilir;

"?: I also heard that you recently narrated a documentary called: "Armenia- a country under blocakge." Serj, tell me a little about that.

Serj: A good friend of mine, the director, asked me to narrate it. It deals with the specifics of the illegal economic blockade of Armenia by Turkey.

?: I commend you on your tireless efforts with regards to the Armenian Genocide. Do you feel some progress has been made? Specifically how?

Serj: Yes..Within the last year Canada, Poland, and a handful of other countries have formally recognized the Armenian Genocide and the truth is spreading and Turkey's having a harder time lying to the world about it. "

Bu ise en ilginci, Ugo.com ile Serj arasindaki konusma;

"..DE: Tell me about the money that you raised for the Armenians? Are you proud of what you did?

SJ: I don't believe in pride. I believe that pride is an ego-based self-fooling technique. We're very happy that we were able to participate in a very just effort, to bring light and recognition to a forgotten genocide early in the century perpetrated by the Turkish government in 1915 against those of Armenian descent...Well, I feel pride because I like to use that self-fooling technique on myself all the time, so I feel pride, yeah...One thing that needs to be understood is that we don't hate Turkish people. And we just want this to be something that they admit. And something else that is misunderstood. Everything about us is misunderstood. We're not a political band, we don't hate Turkish people, we don't hate everybody. We're actually really easygoing people. Most of the time. Not to you, but to people that ask us questions we like. "

Birkac ay once , systemofadown.com'da bir yazi yayinlamislar; onu da alintiliyorum;

"6.20.06-MESSAGE FROM SYSTEM OF A DOWN

The Turkish media has been spreading blatant lies about System Of A Down, among them the claim that we had an anti-Turk slogan printed on tickets during our 1998 tour with Slayer.

The truth is that System Of A Down cancelled our shows opening for Slayer in Turkey in 1998. Any tickets for the Turkish portion of the 1998 Slayer tour were printed on Slayer's behalf, not ours. In fact, there were no Anti-Turkish slurs printed on any tickets for that, or any other tour involving System Of A Down.

System Of A Down wishes that the media in Turkey, and elsewhere, be conscious of the facts, responsible in their research, honest in their writing, and dedicated to the essential importance of the truth.

- System Of A Down."

Evet, soylenenler bunlar. Tum yorumlari kafamizdan silip sifir noktasindan baslayacak olursak; System of a Down fazlasiyla politik bir grup. ABD'de cezaevlerinin durumuyla ilgili de sarki yapiyorlar, polisin asiri guc kullanimiyla ilgili de, Bush'un tekrar seciminde saibe oldugu hakkinda da cikip konusuyorlar.

Ama yukaridaki roportajlarin zaman cizelgesine bakacak olursak, bu adamlarin uzerine esas olarak yogunlastiklari konu Ermeni Soykirimi iddasi. Bunun icin para da topluyorlar , bildiri de yayinliyorlar, gidip senatorlerle konusarak yasanin Kongreden gecmesi icin kulis de yapiyorlar. Ve Serj'in ozellikle uzerinde durdugu nokta, Turklerden ya da diger insanlardan nefret etmedikleri yonunde. Gecmiste oldugunu iddia ettikleri bir olay var, ve bu olayin sorumlularinin suclarini kabullenmeleri tek arzulari.

Bana kalirsa ortada bir suclu varsa; dogru yada yanlis inandigi seyleri savunmak icin elinden geleni ardina koymayan bir grup degil, yuzde yuz hakli oldugu bir konuda kendini haksiz gosterecek basiretsizlige sahip olan Turk hukumetleridir. Siz hakli oldugunuz konuyu insanlara anlatamazsaniz, yillar yili bu olayla ilgili belgeleri diger toplumlarla ve olayin taraflariyla paylasmazsaniz, tabii ki onlar da babaannelerinin anlattiklarina inanacaklardir. Bir gidin bakalim Erzurum'da insanlar neler anlatiyor ? Justin MacCarthy'nin kitabinda yuzlerce sayfa turklerin nasil oldurulup kuyulara dolduruldugunu okudum ben, bebeklerin nasil annelerinin karinlarinda olduruldugunu. Serj benim yerimde olsa, eger birazcik bile tutarli bir insansa bu iddialarin tam tersini savunuyor olacakti.

Temel nokta bu iste; savunacakti. Belki de takdiri hakettikleri tek nokta bu, konunun uzerine gidiyorlar. Bizim asla yapamamis oldugumuz bir seyi yapiyorlar yani.

Soyle de birsey var ama; grubun iddialarinda bu kadar desteklenmesinde tabii ki Turkiye aleyhtari lobilerin fazlasiyla etkisi bulunmakta, yoksa bu arkadaslar dogma buyume Mogadishu'lu olsalardi bu kadar ilgi gormeyeceklerini herkes biliyor. Onlar da bunun farkindalar, ve bu ruzgari cok da rahat sekilde arkalarina alarak hareket ediyorlar. MTV verdigi sacma sapan odullerden birine bu arkadaslari aday gostermis mesela; Woodie Awards adi altinda Good Woodie altbasligina bakarsaniz Katrina Kasirgasinda yasanilan yardim rezaletine karsi olan , cevre kirliligine karsi olan Pearl Jam gibi gruplarin yaninda SOAD'i gorursunuz; Ermeni soykirimi hakkinda konustuklari icin bu kategorideler, ve yuksek ihtimal odullendirilecekler.

Biz insanlara bildiklerimizi daha yuksek sesle anlatmaya devam edelim, bagira bagira, tum gercekleri korkmadan, haksiz dusme endisesi tasimadan ortaya koyalim. Su an bulundugumuz noktadan daha haksiz gorunecegimizi sanmiyorum. İnsanlar bizi barbar olarak taniyorlar, dogmamis ermeni cocuklarini kesen vahsiler olarak; elimizden tek gelen SOAD'in sitesini hacklemek ve konunun tartisildigi uluslararasi forumlarda kufretmekse, tepkimizi Last.Fm'de SOAD'i shit olarak taglayarak gosteriyorsak belki bunu hakediyoruzdur bile.

Boyle cileden cikip kufrettikce, bu arkadaslarin yamuk kafalarini odunla duzelmek gibi isteklere sahip oldugumuzu herkese bas bas bagirdikca daha da batiyoruz, hicbiriniz bunun farkinda degil misiniz ? Son yillarda en onemli underground entelektuel olusum olarak gorerek saygiyla selamladigim EksiSozluk'te System of a Down yazin ve okuyun, konunun nasil bir ic cekisme haline getirildigini goreceksiniz. Fikirler degil, olayin nasil yonlendirilebilecegi degil; sadece SOAD'i savunan ve karsisinda olan gruplarin nitelikleri tartisilmakta.

SOAD beni bir yol ayrimina getirdi ne yazik ki, hem de muziklerinin hic olmadigi kadar olgun hale geldigi bir donemde. Kendilerini hep begenerek ve saygiyla dinledim, dogru bildikleri ve karsi tarafin kendini savunmaktan aciz oldugu fikirleri savunmaya devam etseler de oyle yapacaktim; ama siz 98 yilinda "Avrupa turnemizde tum gencleri sistemi s.kmeye cagiracagiz" derken, 2006 yilinda "Sisteme katilin, baski kurarak ABD Kongresinin Soykırımı tanimasini saglayin" derseniz, bu ugurda yillar yili ana avrat sovdugunuz politik sistemin, Bush yonetiminin senatorleriyle gorusurseniz, kusura bakmayin ben artik size eskisi gibi saygi duyamam.

SOAD'in elestirilmesi gereken temel yonu budur artik ; tutarsizlik. Bize bizim bulundugumuz yerden, hem de bizim topraklarimiza ait bir tonlamayla seslenen grup, oznel gerceklerini genel gecer dogru haline getirmek icin sirtini sisteme dayiyor.

Sisteme sirt dayadiginizda, sistem sizi duzer cocuklar. Hep duzmustur, yirmi sene sonra siz de ne amacla kullanildiginizi farkedeceksiniz..

Benim Ayrıcalıklarım Var ! - Ya da Türk Medyası Neden Sadece Tuvalet Kağıdı Üretmek Zorunda Kaldı ?

Cildirmak uzereyim arkadaslar, bilmem farkettiniz mi ama gunlerdir guzide medyamizda bir kadin dusmanligi tartismasi suruyor. Olayin aktorleri anladigim kadariyla Ayse Ozyilmazel, Hasan Pulur ( ki isminin su yazidaki birkac kisiyle ayni anda anilmasini son derece yanlis buluyorum ) , Hincal Uluc, Mansur Forutan ve Hasmet Babaoglu.

Hasan Pulur, surada linki olan yazida Ayse hanim ve abilerine agir bir ayar vermis, bu ayar uzerine saskina dondugu varsayilan Ayse hanim Hincal bey ve Hasmet Babaoglu'nun kendisini savunan yazilarinin ardindan Mansur Forutan'dan da agir bir ayar almis, bunun uzerine Hincal Uluc'un deyimiyle ( bundan sonra kendisinden yazida HU diye sozedilecektir - yakismadi da degil ) hungur sakir aglayarak HU'yu aramis, ve saskinligini, mazlumlugunu, ezilmisligini ifade etmis.

Biz bu gelismeyi de HU'dan ogreniyoruz bu arada, Ayse hanim'in ne yazik ki kendi kendini savunabilme refleksi yok. HU birazcik kafasini toparlamasina yardim ettikten sonra konuyla ilgili yazisini kaleme alabiliyor. Evet, dogru okudunuz; bu insan kose yazari. Kose yaziyor yani, Sabah Gazetesinin Gunaydin ekinde insanlara sacma sapan dusuncelerini fiskirtmak suretiyle. Yazdigi yaziyi Gunaydin'in arsiv bolumu cok dalli budakli oldugu icin koyamiyorum.

Hasan Pulur'un yazdiklari hakkinda fikrimi soylemeden once, olayda adi gecen sahislarin gozlerimi kapadigim zaman onume gelen portrelerini sizinle paylasmak istiyorum;

Hasan Pulur, uslup sahibi, kalender, gormus gecirmis ve eskilerin yasayan tarih dedigi cinsten bir kose yazari. Bugune kadar bu satirlarin yazari kendisinin bok atma mahiyetli bir yazi yazdigine sahit olmadi. Gunumuzun Burhan Felek'i demis Eksi Sozluk'ten bir arkadas, son derece dogru bir tanimlama. Cizgisi saglam, yazdiklarina son derece guvenilir, cogu konuda bilgisinin bizden kat kat ustun oldugunu kabul etmek zorunda oldugum bir yazar.


Ben bu adam hakkinda ne dusunecegimi defalarca sasirdim, ama yavas yavas zihnimde birseyler yerine oturmaya basladi. HU, bir konu hakkinda uzerinde mutabakata varilmis goruslerin dikine giderek kendini farkli bir yere koymaya calisan, hayata siyah ve beyaz olarak bakip asla grilere sahip olamamis, Sezen Aksu gibi belli bir sure sonra kendisine referans olsunlar; ya da karsi koyamasinlar diye bir yere getirdigi insanlarla ovunen, Turk halki olarak insanlari bir yere getirme hakkini kendisine abuk sabuk yazilarini cok okuyarak verdigimiz bir insan. İnsan dedim, kendisi zamaninda neden her konuda bilgili ve ilgili olmak zorunda oldugu yonundeki elestirilere "İnsanim, yetmez mi ?" kavlinden retorik ve sardalya konservesi tadinda bir cevap vermisti. Bir filmi ya cok begenir, ya hic begenmez. Boylece, x=HU'nun sinema bilgisinin sonsuz yanilmazligi degiskeninden hareketle , bu filmin rezalet oldugu sonucuna varir. Tartisma tarzi Ahmet Cakar'in biraz daha yillanmis haline benzer diyebiliriz, Spawn'da yasli cehennem tohumlarinin guclerini genclere gore daha dikkatli ve daha idareli kullandigindan bahsedilir ya; aynen oyle. Gittigi mekan, kendisine iyi servis yapildiysa harika, sahane, inanilmaz ya da olaganustudur ( bunu zaten bu cafcafli sifatlari kullanmasa bile yazisinin sonunda mutlaka verdigi telefon numarasindan da anlayabilirsiniz ) ; yok, HU'ya bekledigi ihtimam gosterilmediyse kesin ya elden gecirilmeye , ya da isletmecisini degistirmeye muhtactir. Mekanla ilgili yaptigim tespit, Ertekin denilen sapkamsi yasam formunun mekanini tabii ki kapsamamaktadir..

Hasmet Babaoglu var bir de , kendisinin resmini koyarak canimi sikmak istemiyorum; bu da son derece ilginc bir abimiz. Yasini basini almis olmasina ragmen kendisini Guns'n Roses konserlerinde gormemiz , yaninda surekli cook guzel bir ablanin olmasi, Besiktasliligi, 90 Dakika icerisinde konulara serinkanli yaklasmaya calismasi ask uzerine dondurup dondurup ayni laflari eden, en onemli vazifesi HU'nun soylediklerini tasdik etmek olan kotu bir yazar oldugu gercegini bir noktadan sonra unutturamiyor. Okumuyorum, butun Vatan gazetesi sayfalarini kelime kelime okumak zorunda kalsaydim bile eminim kendisinin kosesinde gorusumu bulandirmak icin olmus akrabalarimi dusunup aglamaya calisirdim.

Mansur Forutansa, belki de bu grup icerisinde kendime yakin buldugum, birlikte icmeyi ve muhabbet etmeyi isteyebilecegim ( bu noktada bir tek Hasan Pulur'u ayri tutmaktayim , kendisiyle inanilmaz bir raki sofrasi tecrubesi yasanabilir ) tek insan. Bir kere Whitesnake seviyor, sadece bu bile digerlerini saniyede yuz metre geride birakmasi icin iyi bir sebep. Bugune kadar Sabah-FHM-Aktuel-Aksam guzergahinda gozum degdikce kendisini hep takip ettim, Aksam Gazetesindeyse daha sik okumaktayim. Surukleyici, ilginc konular uzerine rahat yazabilen; fakat bunlari birazdan bahsedecegimiz bayan gibi basitlige ve ucuzluga dusmeden yapabilen yaratici bir yazar. Begenerek izliyorum, izlemeye de devam edecegim.

Haa, simdiyse olaylarin asil kahramanina geldik. Bir kere, agzindan o kalemi cikar guzel ablam; o coreklendigin kose senin babanin mali olmadigi gibi evinin salonu da degil. Koseni okumasi hedeflenen kitlenin niteligi kulagindan sarkan iPod kulakliklarindan az cok tahmin edilse de , bu gazetenin sayfalarini kurcalayan her insan senin bu fotografinin yaydigi simariklik ve samimiyetsizlik isinlarina maruz kalmakta; bunu unutmayalim. HU'nun kosesinde yazilari yayinlanmis 2004'te, Aktuel'den tekmeyi yedikten bir zaman sonra da Sabah'in sozkonusu ekinde yazmaya baslamis; ben adini ilk defa Hasan Pulur'un verdigi ayar vesilesiyle duydum. Duymaz olaydim diyorum bazen ama, ustadin bir bildigi var demek ki. Bizi de ucundan kosesinden bu ise bulastirdi iste.

Oturdum usenmedim, boktan pusurden bir iki yazisini okuyayim dedim, bunyem musaade etmedi. Sen Turkce yazamiyorsun; burasi Turkce konusulan bir ulke, sen zihinlerin kasintisina derman olacak bir konu uzerine yazamiyorsun; biz Divan edebiyatindan beri duzyazi icerigindeki konuya bicim kadar onem veren bir milletiz, sen artik tokat gibi yazsan ne olur, Nobel alsan ne olur. HU onermismis kendisini, Dinc Bilgin de begeniyle kabul etmismis, cart curt. HU'nun kapisinda yatip kalkip kose yazari olabilmis kendisi, Universite kampuslerinde zengin koca arayan genc kizlarimiza duyurulur. Bu millet agdacisiyla bile roportaj yapan Ayse Arman'a tahammul edebiliyor diye, sinirlari zorlamanin bir manasi oldugun sanmiyorum.

Simdi tartismanin icerigine gelelim.

Hasan Pulur'u tartismada sonuna kadar hakli buluyorum, kendisi yazdigi yazida ne seksist, ne fasist, ne de alzaymir magduru bir tavir ortaya koymustur. Yillarca emek verdigi mesleginin dustugu halden utanan, etrafini saran bok cemberinin gogsune carpmaya baslamasindan rahatsiz olan her kose yazarinin yillardir yapmasi gereken seyi yapma cesaretini gostermis olmasi; cok da sasirtici degil. Kose yazarligi meslek degil is'tir evet, ama bu biraz da "is" ten ne anladiginiza bagli. İs sahibi olmak gerekli niteliklere ( kagit parcasindan baska birsey olmayan bir İletisim Fakultesi Diplomasi haric ) sahip olmadan kapilarda yatarak, ben bu isi yapmak istiyorum diyerek, kiymeti kendinden menkul tekavutlerden icazet alarak olan birseyse, Engin Ardic, Hasan Pulur, Tufan Turenc, Nihat Genc, Oktay Akbal ve Emre Kongar nasil bu camia icerisinde saygi goren yazarlar olarak aniliyor hala ? Hos, Reha Muhtar hala su doldurulmus prezervatife benzeyen kosesiyle ( Serdar Turgut'a saygilar ) gazetelerde arz-i endam etmekte, Pakize Suda hala mis mus'lu kelimelerle okuyucu toplamakta, Tugce Baran koseyazisi yazdigin iddia etmesine ragmen tek elde ettigi basari en seksi 3.yazar secilmesi olarak kayitlara gecmekte ama;

Bu tarz beceriksiz yazarlarin kose yazisi yazabiliyor olmasi, hicbir zaman toplum tarafindan saygi gorecekleri anlamina gelmiyor. Belki de bu konudaki tek tesellimiz bu. Hasan Pulur hep hatirlanacak, su an odamdan iceri girse uzerimde ceketim olsaydi onumu iliklerdim, ayni sey Ali Sirmen icin de gecerli. Ama Ayse hanim, Reha bey, HU veya Hasmet abi ayni davranisi sergileyerek kapimi acsa, en fazla kicimi kasirim diye dusunuyorum. Eminim ki, cogunluk da boyle dusunmekte. Kic kasimaktan ileri gidenler toplumun radikal kesimleri, guncel deyimle asirilar; onlari bosveriniz.

Ayse hanim'a karsi kadin dusmani bir tavir takindigi soylenen Hasan Pulur'a karsi, hanimefendinin yegane savunmasi "Ne yani, genc kadinlar yukselmesin mi?" seklinde bir tezahurat baslangici oluyor. Keske bu cumleyi tribunlere uclu cektirmeye calisarak bitirseydi; ne yazik ki devami daha da kotu.

"Koskoca basını pis bir geyiğe alet ettiniz. Bütün bunlar ayıp, yazık, ziyan değil mi? Gençsek, kadınsak çalışmayalım; bir yerlere gelmeyelim yani, öyle mi?"

Simdi kim kimi nereye alet ediyor, sen ne dedigini farkinda misin guzel teyzecim; bir kere kadinlarin boyle bir problemi yok sozkonusu tartismaya iliskin, kimin kadinlari rakiplerinin kafalarina vurabilecegi bir alet olarak gordugu yukarida cumlede son derece acik ifade edilmis. Kaldi ki, saldirdigin bu insan Ece Temelkuran, Meral Tamer gibi Turk basininin en saygideger yazarlarindan bazilariyla ayni gazetede gururla calisiyor, hatirlatirim. Kimse bugune kadar Ece hanim'in bulundugu konuma nasil geldigini boylesi bir soru isaretiyle sorgulamadi, neden acaba?

Yoksa sizde asla olamayacak birsey onda oldugu icin mi ?

Tartismayi bir adim daha ileri goturerek noktalayalim;

Sizde olmayip Ece'de fazlasiyla olan bu eksiklik, yazarlik yetenegi, sagduyu, bilgi birikimi ve gazetecilik kulturu olmasin ?

Afferin, sen devam et o kalemin ucunu emmeye.

3 Ekim 2006 Salı

KitapAraBul.Com

Bugün ideefixe'de bir kitap peşinde koştururken, ilginç bir arama motoruna rastladim.

Kitap.NeKadar.Com, ilginç bir göreve sahip, adını, yazarını ya da ISDN numarasını yazdığınız bir kitabı Web temelli satış sitelerinde araştırıp, en uygun olarak hangi fiyata nerede bulabileceğinizi karşınıza getiriyor.

Güzel bir fikir değil mi ?

Yalniz, iki ufak ayrinti handikap olarak karşımıza çıkıyor.

1. "Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi" yazdığınızda adında "Bir" , "Otostopçu", "Galaksi" ve "Rehber" kelimelerini içeren binlerce kitabı karşınıza döküyor. Böylece güzel fikre sahip sitemiz, birden kabus halini aliyor.

2. Nedendir bilinmez, arattığım hemen hemen tüm kitaplar sadece tek bir web sitesinde vardı, ve sadece bu web sitesinde en iyi fiyata sahipti. Pazaraktif.com, benim bugüne kadar hic adını duymadigim bir site.

Böyle tezgahlar da karşımıza çıkabiliyor demek ki zaman zaman, dikkatli olmak gerek.

2 Ekim 2006 Pazartesi

Tüm insanlar neden delirmiş gibi davranmakta ? Bir insan neden gelip geçici varlığına aldırmadan oyunlar oynar karşısındakiyle?

İktidar güdüsü neden bu kadar güçlü ? Muktedir olabilmek bu kadar mı önemli?

Tam da anladim derken, neden aslında hiçbirşey bilmiyor olduğumuzu farkediyoruz düzenli olarak? Hayat muamma mı, bilmece mi ?

Yolda yürürken durup bir çiçeği koklayabilmek mi hayat, yoksa amacının peşinden koşmaya istisnasız devam edebilmek mi ?

Eğer amacımızın içine o çiçeği koklayabilmeyi de sıkıştırabiliyorsak, önemli olma özelliğini koruyabilecek midir?

Mistik olan mı önemlidir bizim için, yoksa geleceğe dair hayaller kurduğumuzda kendimizi en iyi yerde görmemizi sağlayan mı ?

Hiç gördüm dediğiniz an gözden yitirdiğiniz oluyor mu ? Ya da karşınızdakine tuhaf bir ifadeyle "Efendim?" dediğiniz an, karşınızdakinin ne dediğini anladığınız ?

Arada kalır mısınız ? Karar vermekte zorlandığınız, kendinizi tüm yaradılışa yabancı hissettiğiniz olur mu ?

Günde kaç defa kendinizi tecrübesizlikle suçluyorsunuz? Tecrübesizliğinize inanmak mı daha zor , onu gözardı etmek mi ?

Peki ya iki seçenek de sizi olaylar karşısında çaresizliğe sürüklüyorsa ? Kendi bilincinizi geliştirmeye dair tüm yatırımlarınızın yerine sokakta koşturmak ister miydiniz?

Tek başınıza mısınız , yoksa yalniz mi ? Yoksa var mi hayatınızda size değer veren insanlar, o çok önemli değerin siz birşeyleri sırtınızda taşıdığınız sürece size yansıtılacağını ilk hissettiğinizde kırıldınız mı ?

İnsanlar canınızı yakabiliyor mu, onlara o kadar yaklaşma izni veriyor musunuz?

En son ne zaman aptal olduğunuzu düşündünüz ? En son ne zaman, aptalca hareket ettiğinizi itiraf etmekten korkmadınız ? En son ne zaman, aptalca bir hareketin arkasından onu telafi etmek için daha aptalca onlarca hareket yaptınız?

Kimseyi öldürdünüz mü, en azından rüyalarınızda ? Rüyanızda hiç ev soydunuz mu, grup halinde soygun yapıp tüm çaldıklarınızı arkadaşlarınızla paylaştınız mı ?

Rüyanızda hiç kendi evinizi kendiniz içindeyken havaya uçurmaya kalktınız mı ? Eğer böyle bir b.k yeseydiniz, benim yaptığım gibi bombanın pimini yatağınıza girip, cep telefonunuzu elinize aldıktan sonra mı yapardınız?

Peki o bomba patlamasa, kendinizi nasıl hissederdiniz ? Deneyip de başaramamış bir insan olarak mı bakardınız hayata, yoksa son anda kurtulmuş bir insan olarak mı ? Yoksa ikisi de mi ?

En son ne zaman aptal olduğumu düşündünüz ? En son ne zaman, aptalca hareket ettiğimi farkettiğinizde bunu yüzüme söylediniz ?

Ve eğer yapabildiyseniz, en son ne zaman bunu yaptığınız için sizi vahşice kırdım?

En son ne zaman yazdınız ? Yazabildiniz, ya da yazdığınızı sandınız ?

En son ne zaman birşeyi başarabilme hissini iliklerinize kadar hissettiniz ? Ortaokuldan öncesine uzanan cevaplar sayılmaz, mızıkçılık yapmayın.

Bu yazıyı okumamayı kaç defa düşündünüz, ve kaç defa yarısında bıraktınız ? Eğer buna bir cevabınız varsa, şu kısmı neden okuyorsunuz ?


Gülebilirsiniz evet, ben bile bazen kendimi oldukça komik buluyorum.


Soulfly - Refuse / Resist.



Sepultura - Orgasmatron.



Lamb of God - Redneck.

Bu gaz sizi bir ay goturur. :)

1 Ekim 2006 Pazar

Şiki Şiki Baba..


Hehe, seksenliyillar.com'daki arkadaşımız aragorn süper bir hareket yapmis ve, nerden bulduysa Efsane Şiki Şiki Baba şarkısını bulmuş.

Atla Gel Şaban'dan zihinlerimize kazinmis olan sarki, ilk dinlenildiginde beton, ikinci ve diger dinleyişlerde ise kizgin kumlardan soguk sulara atlama etkisi yaparak sinirlerimizi komple bozuyor, darmadagin ediyor. Ben hala durup durup anlamsiz sekilde gülmekteyim.

Şiddetle tavsiye ediyorum, kesin dinleyin.

Zorunlu Edit : Hemenpaylaş , bir süreliğine hizmetdışı olduğu için, linki turboupload'a yükledim, aşağıdan ulaşabilirsiniz.

http://d.turboupload.com/d/1362266/Ferdi_Tayfur_-_siki_siki_Baba.mp3.html

Black Label Society.



Tukuren insan , hayvani ritm gitarist, vokal konusunda Ozzy Ozbourne'dan feyz almis redneck Zakk Wlyde, tum hiziyla Heavy Metal ortamlarında yardırmaya devam ediyor.

Kendisiyle tanışmam çoğu insanda olduğu gibi Ozzy vasıtasıyla olmuştu, Ozzmosis ve Down To Earth albumlerinde gitar çalan bu varlığın kim olduğuna dair derin merak içerisindeydik. Sound olarak her zaman oturaklı olmuş Ozzy albumleri bugüne kadar birçok büyük gitaristi ağırladı. Tribute album kapağında Ozzy'nin kucağına aldığı Randy Rhoads bunlardan biri. Metallica'nin yeni bascisi ( gerci pek yeniligi de kalmadı ama ) Robert de Ozzy ile turlayan arkadaslardan biri mesela.

Randy'yi ayri tutacak olursak, ki tutmak zorundayiz diye düsünüyorum;

Zakk da, tarihe Ozzy'nin ikinci buyuk gitaristi olarak geçecek sanırım. Bu enteresan ve renkli kisilik , Rock'n Roll'un yillardir gobeginde yasamasinin verdigi enerjiyle , inanilmaz bir üretkenlikle müzik hayatina devam ediyor.

1988 yılına ait "No Rest for the Wicked" ile basladigi kariyerine, onlarca album, bir cok compilation, tribute ve coverla devam eden Wylde'in en ondeki projesi, bildiginiz gibi Black Label Society.

Hic unutmayacagim sarkilar yaptilar, Sold my Soul, In This River ve Stoned and Drunk üc basit ornek.

Sold my Soul'u ilk dinledigimde Taksim-Bahçesehir otobüsünün rahatsiz koltuklarindan birine oturmus, saga sola sizoid bakislar atmakla mesguldum. Birden tek gitarla birlikte kirilmis vaziyette sarki soyleyen bir adam girdi, karanlikta oturdugu taburenin üzerinden hayatinin kadini olmadan ne kadar bos oldugundan bahsetmeye basladi.

Bateristin "Bakın arkadasım birsey anlatmaya calisiyor, kulak verseniz iyi olur" dercesine sert bir sekilde sarkiya müdahil oldugu siradaysa , ben hic unutmayacagim bir sarkiyla karsi karsiya oldugumu farketmistim. İlk solo bittiginde, ve ben ikinci solonun baslayacagindan habersizken darmadagin olmustum, ikincisi girdigi siradaysa tam olarak Zakk'in neden bahsettigini anladim. Ruhunu satamamisti evet, ama istese bizimkini cok rahat satabileceginden emindim.

In This River'i defacalarca dinledim, ama bunlarin icinde hakkinda tek konusmaya deger olan, Cihan ile Dorock'ta dinledigimiz oldu. "Zakk iyi gitarist, eyvallah" dedi , "Ama grup kotu. Besteler kotu. Produksiyon kotu." Hakli mi degil mi bilemiyorum, in this river'daki solonun sarkiyla alakasiz bicimi, birden bir kopus, bir firtina seklinde girip cikmasi belki ilk bakista anlamsiz durabilir; ama sarkinin Dimebag Darrell icin yazilmis oldugunu düsünürsek havada kalan kisimlar biraz daha oturuyor. Floods'u düsünün, ve Dimebag'in bu sarkidaki solosunu , ne demek istedigimi anlayacaksiniz.

Zaman zaman kimi gitarist arkadaslarım tarafindan nerede durup, nerede solo atacagini bilmemesiyle, parca düzenlemelerindeki basarisizligiyla anilsa da, Wylde benim son zamanlarda begeniyle izledigim gitarisler arasında ilk sıralardaki yerini koruyor. Bu durum da BLS ile hic durmaksizin üretimde olmasindan kaynaklanmakta.

2006 yili albümlerini bulanti.org'da bulabilirsiniz, ben su an indirmekteyim. "Shot to Hell" her zamanki cizgiyi takip ettigi yonunde olumlu , Wylde'in ayni riffleri tekrarlamaya basladigi seklinde olumsuz yorumlar almis.

Dinleyip gorecegiz, ama ben güvendigim adamlardan birinin bizi yolda birakacagini sanmiyorum.

Tükürüyor gerci, hayvanlar gibi tüküren bir adam herseyi yapabilir. :)