$2.99

24 Eylül 2006 Pazar

İsmet Ozel - Siir, Türkün İklimi.

İsmet Ozel, sair olarak essiz , dusunur olarak da fazlasiyla dikkate deger buldugum bir insan. Kendisi hakkinda sık sık dillendirilen "kafası karısık" ithamini da, bir dusunce adami icin son derece normal buluyorum.

İlk edindigim kitaplari "Tehdit degil Teklif" ve "Henry Sen Neden Buradasin?" olmuştu. Ve şiirlerinden degil de, düzyazilarindan baslamis olmayi hala bir talihsizlik olarak görmekteyim. Son derece olgun, üzerine düsünülmüs düsünceler acik fikirle yasanmis bir hayatin süzgecinden gelince; ortaya cıkan sonuc takdire sayan oluyor.

Bir de son zamanlarda ortaya attigi ( ki son zamanlarda dedigim, yazdigi metinler gecmise donuk olarak incelenirse bu tema uzerine otuz senedir dusundugu anlasiliyor ) Turkluk uzerine dusunmeyen zihinleri gidiklama projesi, bende degisik dusunceler uyandiriyor. Sagdan soldan topladigimiz parcalarla, bize buyuk resmi gösterebilecek bir kolaj yapabilecek miyiz, gorecegiz.

"Biz kendi toplumumuzun önemi açısından meseleye baktığımızda ilk fark etmemiz gereken şey, yaşadığımız alanın şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hükümranlığını sürdürdüğü alanın iki kez vatanlaştığını fark ederiz. Bu topraklar iki kez vatan oldu. Birisi 1071?den sonraki gelişmelerle, 11, 12 ve bilhassa 13. yüzyıldan itibaren bu toprakların Dar?ül İslam haline getirilmesiyle bu topraklar vatan haline geldi. Yani bu topraklar kimin vatanıdır sorusuna Müslümanların vatanıdır cevabı bu toprakların Dar?ül İslam haline getirilmesiyle verilebildi. İkinci vakıa da 1918?den sonra İstiklal Harbi verilmek suretiyle Türkiye'nin ikinci kez vatan haline getirilmesidir. Bu ülke iki kez vatanımız oldu. Ama şu anda işte bu globalleşme, demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi sloganları altında bu iki kez vatanlaştırılmış toprağın vatanlık vasfı tehlikeye girmiş bulunuyor. Bizim bir üçüncü defa vatana kavuşma fırsatımız olmayacak. Yani bir kez bu ortadan kalktıktan sonra Türkiye diye bir ülkeden bahsetmek mümkün olmayacak. Çünkü başka dinamikler devreye giriyor. Şimdi bu dinamikler kimsenin gözüne görünmüyor. "

Kendisiyle tanisikligim, bu fikirleri ilk olarak öne surdugu Ceviz Kabugu programinda olmustu. Turkluk ve Muslumanlik arasinda kurdugu baglanti, belki buyuk bir kesiminin Muslumanligi kurallarina sıkı sıkıya uyarak yasanmasi sart bir dinden cok, birlestirici ortak bir kultur olarak gordugu ulkemizde gecerli olabilir. Bu yuzden haftanin yedi gunu gunde bes vakit az sayilabilecek bir cemaate sahip olan camiler, cuma gunleri yollara gazete kagitlari sermek durumunda birakiliyor. Bir gece once icki icerek dininin dogmatik zorunluluklarindan birini altust eden insanlar Cuma gunu namaza gidiyor. Neden?

Cunku babalari da cuma gunleri namaza gidiyordu , tipki buyukbabalari gibi. Dini Bayramlarin one cikan niteliklerinin kutsalliktan ziyade ailelerin hep beraber oldugu bir altin caga donus cabasi sekline donusmesini de bu cercevede degerlendirebiliriz. Turkler, varolan ve son sekizyuz yilda muslumanlik ekseninde yeniden insa edilmis kulturlerine dinleriyle sahip cikmaya calisiyorlar. Tabii Ozel, bunu basvekilin "Elhamdurillah Beton Kafaliyim" anlamina gelen "Din Cimentodur" soyleminden daha naif, daha dikkatli ve daha anlamli bir sekilde ifade ediyor.

Belki de sozkonusu kafa karisikligi, bu noktada kendini gosteriyor. "Nation Building" nosyonu uzerinden bakildigi zaman, muslumanligin ( en azindan bizim su anda dahil oldugumuz grup olan ) turkler uzerinde birlestirici bir etki yaptigi gercek. İmparatorluk, asla halki Osmanli yapmak gibi bir caba icine girmedi, bunun nafile bir ugras olacagini biliyorlardi; tipki Stuartlar gibi. Turk yapmaksa, zaruri bir durum olarak karsilarina cikmis gorunuyor, tarihsel gerceklerden kismen olumlu sonuc verdigini gordugumuz bu caba birligin dagilmakta oldugu, tum kavimlerin kendilerini kurtaracak semsiyelerin altina siginmaya ugrastiklari bir donemde gerceklesiyor.

Sorun surada, Turkler muslumandi, ama muslumanlar turk degildi, bu yüzden araplar cihat etmek yerine ( ki bu yazdigimdan bunun dogru oldugunu dusundugum secenek oldugu cikmasin ) kendi bagimsizliklarina ( ve servetlerine ) kavusmayi tercih ettiler. Bence bu davranislari, halifelik kavraminin onemini yitirmis olmasiyla da iliskilendirilemez , halife tarafindan ilan edilmis cihadin dunyanin degisik yerlerinden toplanmis musluman askerler uzerinde nasil etkiler dogurdugu Mehmet Akif'in arastirmalarinda mevcut.

İste bu sebepten Ozel, kuffara kilic calan musluman turktur demekte. Mehmet Akif'in asagidaki ummetci fikrinin, degisik bir bakis acisiyla yogurulmus hali yani ;

"hani, milliyetin islam idi? kavmiyet ne?
sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
"arnavutluk" ne demek? var mı şeriatta yeri?
küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
arap'ın türk'e, laz'ın çerkez'e, yahut kürd'e
acem'in çinli'ye ruçhan mı varmış? nerede?
müslümanlıkta "anasır" mı olurmuş? ne gezer?
fikr-i kavmiyeti telin ediyor peygamber"

Yukarida alintiladigimiz paragrafi, Ozel'in "Beni gencligimde komunist yapan sebepler, müslüman yapan sebeplerle aynidir" mealindeki aciklamasiyla birlikte dusunecek olursak, bana gore karsimiza koca bir tutarsizliktan ziyade , korkusuz bir durustluk ve son derece saglam bir kendine güven cikiyor. 1918 - 1945 arasi sartlar nasil degistiyse, 1951 - 1960 arasinda da aynen degisiyor. Turkiye, surekli olarak kacirdigi treni bir sonraki istasyonda yakalama umidini kovalayan yolcu gibi; her seferinde iskaliyor, ve her istasyona vardiginda iceriye bir onceki icin hazirladigi biletle girmeye calisiyor. Sonuc ortada tabii ki , hicbir istasyona giremedigimiz icin, trendeki yolcular coktan baska bir ulasim aracina dogru yurumeye basladiklari icin, bizim icin insa edildigi soylenen metro hattinin bitirilmesini bekliyoruz, AB istasyonu adini verdigimiz harabenin girisinde.

Tabii kendisinin bu dusuncesi bir toplum muhendisligi cabasi olarak degerlendirilirse ki bence bu cirkin bir yakistirma olabilir, ortaya kotu bir sonuc cikiyor . Kendisinin ihtida sahibi bir musluman oldugunu gozonune alacak olursak; Turkiye icin altmisli yillarda Sosyalizmin bir kurtulus olacagini soylemesi cok etkileyici.

İsmet Ozel degisiyor, ama basvekilin soyleyip de asla yapmadigi gibi geliserek degisiyor.

Sairligine ise, kulp takabilecek kimseyi tanimiyorum :

"***
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

o gün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivicelerin
***"

"altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz
bunun bir delilik olduğunu bile bile
en ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde
külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu
gözler kısılıp bakılıyor bize .

biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.?

"west indies, kızıl elma, itaki, maçin!
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı suç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların içinde uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

uzak nedir?
kendinin bile ücrasında yasayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbukı suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmus lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargi yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım musta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparisi yargicilar tarafindan verilmis
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim."

Yaziyi, kendisinden bir alintiyla bitiriyorum; bunu fikir olarak asla uyusamayacaginizi anladiginiz insanlara karsi rahatlikla kullanabilirsiniz;

"...siz bu soru üzerinde düşüne durun. ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum."

Hiç yorum yok: