Bir de Atla Gel Şaban var tabii, nasıl unutabiliriz.
Kemal Sunal'ın Natuk Baytan dönemine ait filmlerden biri olan Şiki Şiki Baba, bugüne dek izlediğim en iyi komedilerden biri. Senaryosu Aydemir Akbaş'a ait olan film, basit bir durum komedisinin kaliteli oyunculuk ve iyi yönetimle birleştirildiğinde ne kadar farklı yerlere gidebileceğinin en güzel kanıtı olarak Türk Sinema tarihinde gururla duruyor.
Şiki Şiki Baba dediğim zaman, unutmuş olanlar varsa onlar bile hatırlayacaktır. Bakınız, filmdeki unutulmaz performanslardan biri;

"- Kocakarı, dedikodu yap.
- Ah dostlar, bende bir gelin var, düşman başına...
- Daha kırıt."
Dinçer Çekmez, "Kel, şarkıya başla!" talimatı üzerine la havle çekerek önüne dönüyor ya, işte bunu okulda öğretemezsiniz, şu anda televizyonlarda izlemekte olduğumuz mafya-ağa-orospu-150.000 dolar versem benimle yatar mısın dizilerinin hiçbirinde de bulamazsınız.
Bir de buradan buyrun, kopuşlardan kopuş beğenin.
Dikkaaaaat, Yüksel Gözen geliyoor ve hızla geçiyor ! Diyaloğun karaktere verdiği derinliği usta oyuncunun nasıl yansıtttığını farketmemek mümkün değil. Belki de defalarca izlediğiniz için; televizyonlar tarafından ucuzlatılmış olması sebebiyle sıradan bir film olarak göreceğiniz "Atla Gel Şaban"da, bu oyuncu kısa kısa sahnelerde oyunculuk dersi vermiş. 91 yılında vefat etmiş olan oyuncunun adını ilk defa duyduğunuza bahse girebilirim. Özcan Deniz desem, Haluk Bilginer desem hepiniz sıraya girersiniz, o da ayrı bir konu.
Günümüz terimleriyle değerlendirdiğimizde mafya üyesi olarak adlandırılacak bir karakter, kafasına başörtüsünü geçirdiği an birden değişiyor, eski minibüslerden, minibüse binen yakışıklı erkeklerden, orasını burasını elleyenlerden bahsetmeye başlıyor. Karakterin içindeki kadın konuşmakta artık, yüz hatlarının hareket edişinden o an Yüksel Gözen'in artık oynadığı mafya üyesi, mafya üyesinin de derinlerinde saklamakta olduğu kadın haline geldiğini hissetmek; işte sinemanın ve sinemada büyük bir oyuncu izlemenin büyüsü tam da burada. Minibüs simülasyonunun ikinci gerçekleşmesi sırasında başörtüsünü kimse uyarmadan kendi takıyor, artık o anı onun da heyecanla beklediği apaçık ortada. Derinliğe bakın, inanılmaz.
Geçtiğimiz birkaç yıl için konuşsaydık, Türk Sinemasının zorlu bir yol ayrımında olduğunu söyleyebilirdik. Bir tarafta insanların yüreklerini koyarak, bu topraklardan kopardıkları parçalarla bezeyerek yaptıkları filmlerin, bir tarafta da "Dışarıda bu işler nasıl yapılıyor?" diye kafa patlatan, kimi para kazanabilmek için, kimi de çok beğendiği Fransız filmleri gibi ağır alt metinlere sahip filmler çekebilmek için çırpınan yönetmenlerin filmlerinin olduğu - pek homojen sayılmayan - iki cepheli yapı; bugün çökmüş durumda.
Sinemamız , iki taraftan birini seçerek ilerlemek yerine, evrim geçirerek ilerlemeyi tercih etti. İşte bu sebepten, artık Küçük Kıyamet gibi efekt zengini filmler izleyebiliyoruz, senaryoları ne kadar boş ve basit olsa da. Ve bu sebepten, Serdar Akar mümkün olduğunca stilize etmeye çalıştığı sinemasını önemseyerek hala başarılı filmler çekmeye devam ediyor. Basit, avam, ne sanatsal ve ne sosyal hiçbir yenilik getirmeyen dizilerden kazanılan paralar artık sadece bu iki kanala doğru akıyor.
Bunlardan hangisi denize ulaşmaya daha yakın peki derseniz, net bir fikrim olduğunu söyleyemem. Ama şurası kesin ki, ben sinemada görsellik karşısında diz çökmektense ağır ve iyi örülmüş bir kurgu karşısında ezilmeyi tercih ediyorum.
Bunu anlayanlar , neden Atla Gel Şaban'ın benim için bu kadar önemli olduğunu, Yüksel Gözen'e böylesine bir saygıyla yaklaştığımı da anlayacaktır.
Bonus 1 :
Bonus 2 :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder