$2.99

13 Mayıs 2007 Pazar

Melencolia

Evde oturmak yaramıyor bana galiba. Haddinden fazla başbaşa kalıyorum kendimle; eh, bunun da çok eğlenceli bir süreç olmadığını tahmin etmek güç değil.

Pencerem açık, ve bununla son derece koyu bir kontrast oluşturacak şekilde yanımda bir ısıtıcı çalışıyor. Niye açık ki bu, niye bunaltıyor beni zaten sıcak sayılabilecek güzel havada ? Böyle garip şeyler var işte; sinirlenmeme, bu aletin çalışmasından sorumlu insana kızmama yol açan. Kalkıp da kapatmamışım ama şu ana kadar. Bu daha ilginç bence.

Sevmiyorum böylesi sıcağı; ne yapayım.

Kapattım.

Yorgun hissediyorum bir de kendimi; tüm günümü evde geçirdiğimde fazlasıyla uyuşuk oluyorum. Kolumu kıpırdatmak bile istemiyor canım; kitap okumaya üşeniyorum, oyun oynamak istiyorum ama zorlanacağımdan çekiniyorum. Siyaset ya da felsefe düşüyor aklıma; internet üzerinden okuma yapmak istiyorum; başladığım paragrafların çoğunu bitirmeden bırakıyorum. Pazar bugün; ondan mı acaba ? Hani yarın işbaşı yapacağız; olur mu, seviyorum ben işimi. Seviyorumdur herhalde; gerçekten çok seviyor olsaydım karşılığında para vermek zorunda kalmazlardı.

Pazarla alakası yok aslında; ben iki yıldan fazla süreyi sadece pazar günleri değil, her gün, her akşam bu sıkıntıyı yaşayarak geçirdim. Melankoli diye bir resmi var Dürer'in, çok yakıştırırdım kendime. Bir saniye lütfen; buralarda bir yerlerde olacaktı.



1514 yılına aitmiş bu gravür. Ufukta kanatlarında melankoli yazan bir yarasa uçarken; insan kanatlarını kısıp oturmuş; mutsuzluğunu melekle paylaşıyor. Resimdeki bir çok imge kullanılmış; terazi, marangoz aletleri, geometrik cisimler ( üç boyutlu bir yamuk mesela - adını unuttum - ve bir top ) , bir köpek, kum saati, parlayan bir güneş ve gökkuşağı. Bir sürü şey işte, etrafındaki tüm bu nesneler, bu imkanlar, olası hayatını biçimlendirmede kullanacağı aletler ve değer yargıları, mutsuz olmasını; - pardon - melankolik olmasını engelleyememiş Dürer'in.

Gök babadır, deniz anne, köpekse suçluluk duygusu diye yorumlamış birisi. Öyle mi acaba ? Kim bilir, annesinin ölümünün hemen ardına denk gelen bir çalışma olduğu için; anlaşılabilir.

Ne diyorduk ?

Ha, melankoli, iç sıkıntısı. Öyleydi; çok kötüydü, sürekli çatacak, sinirlenebilecek şeyler arayarak geçiriyordum vaktimi, müzik dinleyerek, bir de kitap okuyarak. Nadiren ruhuma bir heves rüzgarının dokunduğu dönemlerde ekonomi üzerine de çalıştım, ama dediğim gibi çok nadiren.

Şimdi bakınca, yani salim bir akıl ve tepenin ardındakileri düşünmeye devam eden bir hayal gücüyle; doğum sancılarımmış bunlar. Atlatmam gereken evreler, aşmam gereken taşlı yollar, ağaç dallarımın kollarımı parçaladığı koruluklar, dipsiz bucaksız bir denizin ortasında karanlıkta bir dubaya sıkıca tutunarak geçirmem gereken bir vakitmiş.

Yukarı sıçrayacak gücü bulabilmeniz için, sertçe yere çarpmanız şarttır; bunu unutmayın.

2 yorum:

missechoes dedi ki...

ne kadar kacsak da pesimizden geliyor yalnizligimiz.. ne kadar coksak o kadar aziz..
nereye gitsek birakmaz yakamizi tek'lik..
yalniz dogup yalniz gideriz bu diyardan..
sahte kiralik hayatlar yasamaya calistigimiz..
her gun ayni kirik hikaye..
02.10.05
mormenekshe

Arifoglu dedi ki...

kırık, binlerce parça belki.
kırılmış.
düşük omuzlar gibi, dağınık saçlar gibi.
kim tanır peki ?
kim okuyabilir o hikayeyi ?
kim avuçlarının arasına alır kanayan bir kalbi, korkmadan ?
.
.
.
İnsan kendi masalını tanıyabiliyor; binlerce parça olsa da.
geçmişini tanıyabiliyor, ve geleceğini.