$2.99

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Scene 1 - Güneş. [2001]

Güne$...

Gözlerimi açtım ve etrafıma bakındım.Alışkın olmadığım bir şekilde tanımadığım bir yerde olduğumu fark ettim.Monoton olur çünkü genelde hayatım , gece yattığımda sabah nerede kalkacağımı bilirim.Bazen kalkabileceğimden emin olamıyorum sadece.Ölmek...Bir daha asla güneşi görememek , onun gülümseyişini yüzünde hissedememek...Nefret edememek bir daha her şeyden...Sadece kalbim durduruyor beni ; bir bilseniz...Neyse.Kimsesiz sokakların çocuğu olan ben ; sapsarı , kuru bir çölde buldum kendimi.Buraya nasıl geldiğimi düşünmek istedim fakat olmadı.Güneş tüm yakıcılığıyla tepede olduğu zamanlar insan insan olmaktan çıkar ; düşünemezsin , düşünsen de aklına gelenler çoğu zaman basit şeylerdir.Yüzyıllardır lanetlenen karanlığı özlediğini anlarsın bir süre sonra.Alnımdaki teri sildim ve nerede olduğumu algılamaya çalıştım ben de ; yanımda bulduğum büyük , siyah bir taşın gölgesine çekilerek.Gürültüler geliyordu kulağıma ; sanki camın buğusuna çizilmiş resimler gibi silinerek ve sürekli uzaklaşarak...Seslerdeki öfke öylesine yoğundu ki sıcak olan taştan sanki güneşin bu öfkeye hizmet edercesine daha fazla yaktığını hissettim."Güneşi arzulayan ben değildim , kullarındı ve şimdi sen beni kavuruyorsun..." dedim kendi kendime.Kendi sesimde bir özlem , bir eksiklik hissettim bu söz üzerine ve bu beni bilinmeyen bir yerde oluşumdan daha çok korkuttu açıkçası."Eğer parçası olmadığım bir şeye seslenirken bile ondan ayrı olmanın ezikliği varsa üzerimde , sevdiğim şeylerden çok uzakta olmalıyım" diye düşündüm.Bazen en büyük düşmanınızın gerçek dostunuz olduğunu fark edersiniz , ya da en çok ayrı kalmak istediğiniz şey en yakınınızdayken mutlusunuzdur aslında.İşte bu da öyle bir duyguydu , bir anlık ve geçici...Ama korktum işte , ruhuma bir hayalet dokundu ve gitti.

Esas korkuyu biri gerçekten omzuma dokunduğu an hissettim , içimde sanki döndüğüm zaman yüzünde sonsuzluğun bütün izlerini taşıyan , korkunç bir varlık görecekmişim gibi bir his doğdu.Kafamı sert biriymişim gibi hızla çevirdim ; bunun onu korkutacağını düşünüyordum.Fakat o korkmadı.Zaten hayaletim olmadığını anladığım an korkmasını da istemedim , bu amaçla son anda yüzümde yaratmaya çalıştığım acemi gülümseme onu rahatlatmıştır belki de...Yüzü oldukça sevecen görünüyordu ; hatta güneşin üzerimden silindiğini hissettim gözlerine baktığımda.Orta yaşlı bir araptı ; yorgun ve bir o kadar da dingin yüz hatlarına sahipti.Oldukça terlemişti ; koşuşturduğu belliydi ama onu o nefret dolu seslere yakıştıramadım.Hani uğruna savaşıp ölmek istediğiniz insanlar olur ya ; sizi saran bir havaları , etraflarına yaydıkları sonsuz sevgileri olur.İşte onlardandı o da sanırım.Ter içindeydi ve gülümsedi bana.Yabancı olduğum için halime güldüğünü düşündüm , daha sonra utandım bundan ; onun insanlarla dalga geçmeyeceği geldi aklıma.Her şeyi yapabilecek gibi duruyordu karşımda ; sahip ve hükmedici.Uyku sersemi bir çocuk gibi acele ve sıralarını bilmeden çıktı cümleler ağzımdan :

- "Güneşi saklayabilir misin bir süreliğine bulutların arasına ?" dedim.

- "Bunu yapamam , hem o zaman insanlarım daha hızlı öldürülür ; çünkü karanlık gizleyicidir.Yılanlar karanlıkta daha rahat hareket eder , şahinler değil." diye cevap verdi.İlginç ; sanki böyle yavaşça ve etkileyici bir biçimde konuşacağını biliyordum daha önceden.Sakinlik yırtıldı birdenbire : yanımızdan koşarak insanlar geçmeye başladı ; yanımda oturan adamı görünce gülümsüyor , bilmediğim bir dilde selamlayarak daha da hırslı koşuyorlardı.İleriden gelen kılıç ve et seslerini rahatça seçip diğer seslerden ayırabiliyordum şimdi , çünkü oldukça çoğalmışlardı.

- "Ama istediğin zaman yapabilirsin değil mi ? Sende bunu seziyorum aslında ; istediğin her şey bir anda olacakmış gibi geliyor bana."Sorumun tek amacı kendime olan güvenimi kazanmaktı sadece , beni doğrularsa kendimi bu sıcak topraklarda daha iyi hissedecektim.Gülümsedi ve bu kargaşanın içinde acelesi olmayan tek kişiymiş gibi sakince konuşmaya başladı :

- "Bunu neden istiyorsun ki ? Biz burada o güneşin altında özgür olabilmek ve insanoğlunun kurtuluşunu biraz daha da yaklaştırmak için savaşırken sen güneşi korkutup sindirmemi söylüyorsun bana.Korkma oğlum ; sandığın gibi zarar vermez sana o , aslında kötülerin arasında parlamanı da sağlıyor.Mücevherler bir mağaranın içinde hiçbir şey ifade etmezler.Bunu görmen belki güneşi sevmene yardımcı olur.Seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim ama üzgünüm ; çünkü karanlıkların efendisi benim sözümü dinleyerek ışığı boğmaz asla , onunla bazı büyük problemlerimiz var da."

Bir anda karnıma yumruk yemiş gibi hissettim kendimi.Kendime dair bildiklerimi ve bunlardan daha da fazlasını biliyordu.Yüzüne baktığım an tekrar gülümsedi bana , fakat bu seferkinde bir asker daha kazanmış bir generalin gururu da vardı.İnsanlar koşuşturmaya devam ettiler , arkamda düşenlerin yerini yenilerinin aldığı büyük bir savaş meydana geliyordu.İki tarafın da seslerinde eksilmeyen tek şey nefretti ; bazen bir yeri fethetmekle ya da düşmanı püskürtmekle ilgili istekleri azalıyor , hırslarını kaybettikleri hissedebiliyordum ama birbirlerine olan nefretlerinde hiçbir değişme olmuyordu.

- "Sonsuza kadar kazanamayacağını bilmiyorlar değil mi ?" dediğim zaman şaşıracağını düşündüm ama beni yine hayal kırıklığına uğratacağını biliyordum.Geleceği benim kadar görebildiğinden emin olduğum an yüzüne tekrar baktım.Endişelenmek ya da sorum karşısında kaçış yolu aramak yerine birçok şeyi bir arada düşünüyordu.Yanımda olduğunu tekrar düşündüğüm an ürperdiğimi hissettim.Oklarla sürekli dövülen kayanın üst kısmının parçalanması ihtimaline karşı biraz daha eğilerek sorumu cevapladı :

- "Eğer kendin inanmazsan askerini asla inandıramazsın.Evet , sonunda bir yerde kaybedeceğiz ama bu kazandırdığım her şeyin yok olması demek olmayacak.Zamana ben bile dayanamayacağım ; bunun bilincindeyim çocuk.Bir gün kurduklarımız bozulacaklar , tıpkı benim ve insanlarımın bedenleri gibi.Ama insanlığa birçok şey kalacaktır.Bazı şeylere ilerde de değer verileceğine inanmasaydım bugün burada amacım için insanlarımın ölümünü seyretmezdim."Kendinden o kadar emindi ki bu konuyu kapamak için inanılmaz bir baskı hissettim üzerimde.Belki devam edersem bir yerde açık verecekmiş ve ona olan inancımı sarsacakmış gibi geldiği için kesmişimdir konuşmayı , bilemiyorum.

- "Ne istediğini biliyorum çocuk." diye devam etti.Sakin olan ses tonu yavaşça geriliyordu."Kaçtığın şey senin tek kurtuluşun ; bunu bil.Sığındığın ise bizim bugün yıkmaya çalıştığımızın ta kendisi.Kurtulmana yardım edebilirim ; ben bunu kavimler için yaptım , sende çok zorlanmayacağım , korkma.Gel , kaldır kafanı ve kimsenin görmediği gör , sadece sana izin veriyorum neyle savaştığımızı görmen için.İnsanlarımın saldırdığı yere bir bak.Ben o aptal kaleden daha fazlası için mücadele ediyorum."

Korkarak arkamı döndüm , onunla birlikte kalktık ve çığlıkların geldiği yeri gördüm sonunda.İnsanlar gruplar halinde birbirlerini yok ediyorlardı.Bir sürü silah , yerlerde sahiplerini koruyamadıkları ve paraca fazla bir değer ifade etmedikleri için kimsesiz yatıyorlardı.Yüksek bir kaleydi ele geçirilmek istenen , korunak yerlerinden topluluğa oklar yağan bir kale.Bir an kale nüfusunun bu oklardan oluştuğunu düşündüm.Sadece öldürmek amacıyla yaratılmışlardı ve ziyan olmaları hiç ama hiç önemli değildi."Tıpkı karanlığım askerler gibi."dedi ve gülümsedi.Ne düşündüğümü hissettiğini anladım ama umursamadım.Elini anlıma koyduğu an bir şimşek süresi sonra tüm gerçeği gördüm.Onun istediği kale değildi...

Gökyüzünde inanılmaz bir mücadele sürüyordu ; bir sürü siyah gölge , gördüğüm an melek olduğunu hissettiğim varlıklara saldırıyordu.Yerdeki vahşetten daha büyüğü yaşanıyordu yukarılarda , karanlığın efendisi artık insandan bile daha acımasız olmak zorunda olduğunun farkına varmış olmalıydı.Bir gölge yakaladığı meleğe "Bak bana !" diye haykırdı."Seni yaratanı inkar ettim ben ! Tıpkı babasını inkar eden efendim gibi ! Öleceğim evet , ama uşak olduğum için değil , efendimle aynı şeyleri hissettiğim için ! Sen ise sonsuza kadar kutsal kalacaksın , ta ki onların içinde boğulana kadar !" Boğazından hırıltıya benzer bir tapınma sesi çıktı ve elindeki kılıçla meleğin kanatlarını tutuşturdu.O an anladım insanları bu kadar yakanın güneş olmadığını.Binlerce varlık vardı , sürekli dövüşen , yerde ve gökte...Binlerce savaşçı....Güneş bile öfke kadar sıcak olamaz diye düşündüm ve bir an üşüdüğümü hissettim."Çünkü sana bakıyor.." dedi.Kimin bana baktığını soracağım sırada onu fark ettim...

Hayatım boyunca gözümün önünde sadece aşk ve nefret beden bulmadı.En etkileyicisi kötülüğün tanımlanışı olmuştur herhalde.Onun bedeninde şeytanın tüm alevini ve insan ruhuna sinmiş kötülüğün tüm soğukluğunu hissettim.Kalenin tepesinde ayakta duruyordu ve üzerine bir tane bile ok atılmıyordu."Tıpkı sevgisizlik gibi değil mi ?" diye seslendi bana arkamdan Arap."Göremedikleri için yok edemiyorlar..."Terlememişti bile ve sürekli gökyüzüne talimatlar veriyordu.Korkutucu değildi , ama onu düşündüğüm an çöl güneşinin ve binlerce insanın nefreti altında bile donduğumu hissediyordum.Düşünceli bakışları tekrar üzerime döndü ve yanmaya başladım.Nereye ait olduğumu bilmiyordum , arabın dediği doğruydu.Işık da çağırıyordu beni , karanlık da...Ölüm de emrime giriyor , yaşatmanın verdiği haz da...Dizlerimin üzerine çöktüm ve yüksek sesle sordum :

- "Bu o mu ? Kötüyü ve iyiyi tanımak için çıktığım yol bu kadar çabuk mu bitecekti ?"

- "Yeni doğmuş bir bebeğin adımları sendekiler henüz.Ona ulaşman için bir kaleden çok fazlasını ele geçirip yok etmen gerekecek : boş inançlarını , önyargılarını , iyiye olan nefretini...Kendin olduğun zaman çıkabilirsin ancak onun karşısına...O zaman geldiğinde ise o seni bulacak zaten evladım.Gerekirse gökte Samael olur o , gerekirse de yer altında Mephisto...Her zaman o bulmuştur kendisini arzulayan kişileri..Babasını inkar edenden korumalısın kendini bence.Çünkü dediğim gibi , bir gün senin için gelecek..." Gözleri görünmeyen bir düşmanı arıyormuşçasına kısıldı , etrafını süzdükten sonra hafif bir gülümsemeyle bana döndü."Senin ulaşacağın yeri görebiliyorum çocuk.Neyin ne olduğunun çok uzun süredir farkındayız ikimiz de.Zor olacağını sen de biliyorsun , kısa sürmeyeceğini de...Ama bu kurtuluş olacak...Kesin kurtuluş..Işığın güçlü savaşçılara ihtiyacı var , bir zamanlar yürekleri hasta olanlara bile..."

Kalbimin acıdığını hissettim.Bir şey onu elinin içine alıp sıktı sanki aniden...Yağmur öncesi bulutların durumu geldi gözlerimin önüne...Dolu olduğumun farkındayım , ama nasıl yağacağımı bilmiyordum.Sabırsız bakışlarım karşısında uyarıcı gülümsedi ve devam etti :

- "Gençler...Tamam ; seni anlıyorum.Sonsuzlukta bile yeterince vakti olmadığından endişe edenler gördüm , nasıl davranacağımı biliyorum...Karanlığın oğullarından biri o ; sadece bir hizmetçi , efendisi onu da kavmini "doğru" yola ulaştırsın diye gönderdi.Sapkınlığa her zaman iyiler sürüklenmez.Siyahın daha koyusu da var dünyada...Sen inkar etsen de..."

- "Sen neden bahsettiğini sanıyorsun ? Şu an son istediğim şey tanrının gönderdiği bir araptan ahlak dersi almak !"

- "Nefretin tek kelimeyle kusursuz çocuk.Hem bilirsin ; nefretin sahtesi olmaz , ona sonsuz bir güven duyabilirsin...Ama senin hırsın yanlış yöne dönüyor.Karanlığa verdin arkanı ve ışığı , üstelik de onun doğduğu yere bakarak inkar etmeye çalışıyorsun ! Kendini asla kökünden koparamayacaksın , her ne kadar kanda doğduğunu söylesen de..."

Siyahın koyusu...Şimdi beyazın daha da açığı olduğunu da görebiliyorum.Çünkü beni kızdırdığını hissediyorum tüm benliğimle.Bugüne kadar insanlara yaşattığım duygu bu olsa gerek.İnkar etmek , karşındakinin sahip olduğu her şeyi inkar etmek.Haklı olduğunun verdiği sonsuz küstahlıkla yaparsın bunları ve çekilmez olursun ; öfkeden deliye döner en yakın dostun bile.Bazen haksız olsan da o kadar emin olursun ki kendinden asla geri adım atmazsın.Bana bazı unutulması gereken şeyleri hatırlatıyor : Gecenin soğuk perdesi altında mum ışığı kokan odalarda inkar edilen bir geçmiş...Hırsla kopardım bir yaprağı ve zamanla kurumasına hiç aldırmadım ; alçakça bir hareketti bana göre onu tekrar elime almak.Suçlu değilim ! Kendine olan bir borcu geciktiremezdim işte ! İsyana ihanet edemezsin , bitmesini beklemek olabilir en muhalif hareketin sadece...

- "Kaçmadım en azından ! Arkasında durdum inandığım şeylerin ! Bu yetmez mi sence ? Düşünce ne kadar kötü olursa olsun onun için ölmeyi göze alana saygı duymaz mısın sen ?" Sesim titriyordu ve etrafımdaki her şey yıkılmaya başlamıştı.Gökyüzü büyük parçalar halinde savaşçıların üzerine düşerken belli belirsiz bir müzik geliyordu kulağıma...Karanlık kaleyi iyice sarmaya başladığı zaman arkadaşımın yüzünde büyük bir üzüntü gördüm..

- "Yine kaybettim !" dedi öfkeli bir çığlıkla : "Artık ne yapmam gerektiğini bilmiyorum !"Hırsla bana döndü ve : " Git artık buradan çocuk ! Tamamlaman gereken bir yolculuk var , her ne kadar buna inanmasam da başaracaksın ; bunu bil..."

- "Dur bir dakika !" diye bağırdım arkasından."Bana düşmanını tanıma fırsatı ver !"

Gitmişti.Gözlerimi açtım ve tanıdık olduğum manzara tekrar sardı beni : odamdaydım.Gece lambamın kırmızı ışınları duvarlara oyunlar oynuyor , odanın içinde güvende olmadığımı hissetmemi sağlıyorlardı.Gülümsedim ; insan her gece peygamberlerle konuşmuyor ne de olsa.Sersemletici bir rüya olduğunu düşünüyordum ama o an arkamdan gelen ses beni onaylamaktan çok uzaktı :

- "Benimle görüşmek istediğinde bunun için ona yalvarmana gerek yok , oğlum.Beni istediğinde her yerde bulabilirsin : tıpkı fahişeler ve uyuşturucular gibi..."

***

Yanılmıştım.Okçulardan biri onu vurabilmişti ve alnından siyah bir kan akıyordu.Kalenin burçlarında dikildiği anki kadar soğuktu ama ürkmedim.Ürkemedim demem gerekir aslında , uyandığınız an tekrar daldığınızı düşünmeyi istemek asla canlandırıcı olmuyor...Öfkeli görünüyordu , yüzündeki sevimsiz gülümseme bunu iyice hissettirdi bana.

- "Sorununu çok iyi biliyorum.Sen ne istediğin bilmiyorsun oğlum.Karanlığın koruyucu kollarıyla ışığın parıltılı görkemi arasında kaldın ; ki bunu zaman içinde hepimiz yaşadık.Tabi sen belirtici etkenleri bilmediğin için hala aradasın.Tanıyacaksın her şeyi sırayla evladım , istersen bu süreci hızlandırabiliriz.Sen düşüncelerinin aksine değerlisin , en azından bizim için.." Gülümsemesi hızla dudaklarına yayıldı ve aniden irkildi , sanki beklenmedik bir emir almış gibi. "Geliyor musun ?" diyerek hızlandırdı sözlerini ; "Sanırım senin gerçekleri isteyince değil , şimdi görmen gerekiyor."

"Kolay olmayacak" dedi içimden beyaz bir ışık.Yatağımdan doğrulup siyaha yaklaştım ve beyaz dudaklarımın arasından sıyrılıp pencereden aya yükseldi...Benden ayrıldığını hissettim.Bilemezdim beyazın yarattığı siyahın yaratıcısını engelleyecek kadar asi ve kuvvetli olduğunu.Bilemezdim yaşayabilmek için seçmem gerekenin beyaz olduğunu...Suçlu değilim ; ölürken pek düşünemiyor insan...

İşte böyle oldu yolun karşısına geçişim : ölüm gibiydi ölüm ; karşı konulamaz ve adil...

Hiç yorum yok: