$2.99

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Scene 3 - Bugüne Kadar Hiç Üşümemişti Sanki [2002]

Bugüne kadar hiç üşümemişti sanki.Her nefes verişinde , ileri-geri her sallanışında bir acemilik vardı.Bundan eminim ; çünkü hakkını vererek üşüyen çok insan tanıdım.Geride bıraktığım günleri düşünecek olursak , emin olduğum tek şey bu zaten.

Ahir zaman insanları kolay inanmıyorlar , biliyorum.O yüzden kimse sormadan kendimce ciddi ve inandırıcı olan bir iki ipucunu paylaşacağım sizlerle ; bu önemsiz ayrıntıyı (belki de ileride ıssız adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız üç şeyin herhangi birinden bile daha önemli olacak , şizofren yazarımızdan başka kim bilebilir ?) çabucak geçmeliyiz.Ben ölmeden bilmeniz gereken daha önemli şeyler var.

Bugüne kadar hiç üşümemişti , çünkü pahalı bir butikten alındığı izlenimini veren montuna ilk defa ihtiyaç duyuyormuş gibi sarılmıştı.Yanakları kıpkırmızı olmuştu soğuktan , hareketlerine donmuş kandan kaynaklanan bir mekaniklik hakimdi.Eğer birazcık hareket edebilseydi , vücudu yaşadığının farkına varacak ve ısısını olağan seviyeye getirecekti.Ama o bunu bilmiyordu sanki ; göremediği bir düşman elinde kalan son şey olan göğsünün altındaki sıcaklığı ondan çalacakmış gibi , onun hala orada olduğunu belli etmemek istercesine hareketsiz duruyor , sadece istem dışı bir hareketle yavaşça ileri-geri sallanıyordu.

Güzel gözlü , kızıl saçlı bir kızdı , (gözleri o kadar güzeldi ki ; kötü birinin onlara sahip olmasının ne sonuçlar doğurabileceğini düşünmek bile istemiyorum) ben ona bakarken o da kafasını benim olduğum yere doğru çevirdi ama büyük olasılıkla beni göremedi.

Beni göremedi çünkü tam kafasını benim olduğum yere doğru çevirdiği sırada içinde bulunduğum otomobil (niye sökülmemiş olduğunu hala anlayamadığım) nostaljik bir telgraf direğine çarpmıştı , ben de arabanın ön camından fırlayarak çakıldığım asfaltta yüz üstü yatarak artık efsaneleşmiş film şeridi sahnesine doğru ilerliyordum.(Ruhlar bedenden önce sevişiyor olabilirler ama asla önce ölmüyorlar-bunu biliyorum artık)

Beni göremedi çünkü ben gözlerimdeki kanlı yaşlarla , bilincim yarı kapalı şekilde asfaltta yatarken o hayatın sesini sonuna kadar açıp birden kısan patlamalara anlam vermeye çalışıyordu.Tamam , kadınlar her zaman gösterişli , az bulunan ve parıldayan şeyleri sevmişlerdir ; (sevdikleri şeyin ideası budur , gerçek hayattaki yansımasının ise bir patlama ya da bir mücevher olmasının umurlarında olduğunu sanmıyorum) bunun farkındayım ama yine de ilgisini üzerimde toplayamadığım için kırılmıştım.Şimdi çok kırgın değilim , zaman ömürlerimizin yanı sıra nefretimizi de törpüleyebiliyor...

(kendi kafasından çıkan kanın içinde yatan bir adamın ömürden söz etmesi ne kadar manasızsa , bir insanın diğerlerinin kendinden nefret edebilmelerini sağlamak için her şeyi yapmasından sonra nefretten söz etmesi de o kadar manasızdır aslında-ona çok aldırmayın , ne dediğini pek bilmiyor)

Başında ısınmaya çalıştıkları ateşin yanından hızla kalktı ve koşarak arabaya doğru ilerledi , ardı ardına gelen patlamalarla biraz geriledi ama kaçmadı.Ben kendi kanımda boğulmak üzereyken için için yanan metal yığınının birkaç adım yanına kadar yaklaşmıştı bile.Keskin benzin kokusu benim artık bulunması gereken yerden epey uzakta olan burnum için bile tehdit edici boyutlardaydı , kim bilir onunki için neler ifade etmiştir..

Bana bakmadı.Asfaltın sağ tarafına doğru olan eğimin de etkisiyle ayaklarına doğru akan kan bile ilgisini üzerime çekmeye yetmedi.Arabanın içinde yanmaya devam eden adam “Bir şeyleri kurtarma” içgüdüsünü daha çok kamçılamıştı anlaşılan! Aslına bakarsak ona kızmam anlamsız , ben o arabanın içindeki (aslında çoktan ölmüş olan) adamdan daha ölü görünüyordum.Kimin daha ölü olduğu ise , tartışılabilir...

Sanırım ben tam dostumun neden öldüğünü hatırlamaya çalışırken (bu unutkanlığın sebebinin kaza olduğunu sanmıyorum-asfaltın , daha doğrusu etrafımda sıcaktan erimeye yüz tutan asfaltın salgıladığı zift kokusu ilginç bir şekilde kafa yapıyordu galiba) fark etti orada öyle ölü gibi yattığımı.Emin değilim çünkü o ana kadarki hareketlerini asfalta vuran ayak seslerinin uzaklığı ve şiddetiyle hesaplamıştım , ne yazık ki olası bir başını döndürme hareketini yaparken oraya buraya koşuşturup yere mors alfabesi ile “b-a-ş-ı-m-ı-ç-e-v-i-r-i-y-o-r-u-m-nokta” yazacak biri değildi...

Daha sonrası ise çok net değil : yattığım yerin tam altında , çok aşağılarda kapıların açılmaya başladığını hissettim ; kızıl saçlı , güzel gözlü kız başımdaydı.Arkadaşım (ömrüm boyunca sahip olduğum en “hayati” insandı-yazar kızgın gözlerle mecaza başvurmadığını anlatmak istiyor , bunu çok yakında siz bile anlayacaksınız) yanan arabadan çıkıp beni ayağa kaldırdığında ise ağlıyordu , yerde yatan bedenime bakarken saçları yüzüne düşmüştü.Gözlerinin tam içine baktım (onu yakından ilk defa bu an görmüştüm) , belki artık benim için kimsenin bir şey yapamayacağını anlar ve üzülmekten vazgeçer diye.Bugün geçmişi düşündüğümde anlıyorum ki , benim durumumda birinin öyle bir hareket yapması büyük bir cesaretmiş-ve aynı oranda aptallık muhteva ediyordu.

Evet.

Aptalca ama önemli bir başarı.

Birden durdu , arabada ve bedenimde parlayarak dans eden alevlere son bir defa baktı.Gözlerinde sadece kararsızlık vardı , sokağa bıraktığı köpeğini üşürken gören küçük bir kızın vicdan azabıyla itilen kararsızlığı.Tabi o bunu yenecek kadar güçlüydü ; arkasını döndü ve yürürken arkadaşına artık gitmeleri gerektiğini , bu ölü adamları nasıl olsa birilerinin kazıyacağını söyledi.Yani ben söylediği şeylerin bu olduğunu düşünüyorum.Bana sırtı dönük olduğu için dudaklarından bir anlam çıkaramamıştım.

Sesler...

Duyabildiğim tek ses alevlerin oradan oraya atlarken çıkardıkları çıtırtıydı-ve kapıların açılış sesleri...

O uzaklaşırken ben de onun için endişelenmekten vazgeçtim.Yapmam gereken son şey , kolumdan çekiştirip duran dostum ile görmem gereken kişiyi görüp gitmem gereken yere gidebilmem için aşağıya inmekti.Ben de öyle yaptım.

Alt tarafı sıradan bir kazaydı , iki üç gün içinde unutabileceği bir kaza.Belki araba direğe çarpmadan yaklaşık otuz saniye önce şoförün kendini vurduğunu , onun hemen yanında oturan adamın ise direksiyona müdahale etmeye hiç yeltenmeden hayallerinin kadınını seyretmeye koyulduğunu fark etseydi , bunlar geceleri uyumakta zorlanmasına yol açabilirdi.Ama o görmedi , böylece ben de onun şimdi huzurlu olduğunu düşünüyor ve kendimi bu düşünce ile tatmin ediyorum.Evet , insan çok aşağılık bir yaratık !

II

Neyse , dediğim gibi , bu önemsiz bir ayrıntıydı.Hayatımın en önemli ve en arzulu saniyelerini kapsasa bile...Şimdi ise ne hayatın , ne yitip giden kızıl saçlı kızların önemi var , tıpkı aslında önemli olan şeylerin bile artık önemsiz olması gibi.Üzerinde yürüdüğüm çizgi öylesine keskin ki , değerlerim ve değer verdiklerim hak ettikleri yerlere değil , dengelerinin elverdiği yerlere düşüyorlar.Ve şunu unutmayın , pahada ağır olan bir şey genelde yükte hafiftir.Onun uğruna ne kadar mücadele verirseniz verin , eninde sonunda çizgi üzerinde durmak zorunda kalacak ve canının istediği yere düşecektir.

Mücadeleler...Her seferinde başarı ile sonuçlanmıyorlar , ama istisnasız doğru olan bir şey varsa o da her mücadele sonrası yorulduğunuzdur.Hayat da sonunda hiçbir şey elde edemediğim 42 yıllık bir mücadele oldu benim için , tamam dünya üzerinde birçok iz bıraktım (yazılar-lekeler-gözyaşları-sevinçler diye uzuyor bu liste ama aralarında bir kadın yok gibi.İlginç bir nokta daha , çok ağladım hayatımda ama eminim benim arkamdan kimse ağlamamıştır) ama bir tanesi bile ona tutunmama ve ruhumun sonsuza kadar dünya üzerinde dolanmasına yardım edecek kadar güçlü değildi.Olamazdı da zaten.Çürük bir tohumdan asla (asla!) güçlü bir ağaç çıkmaz , hele bir de tohum isteksizse...

Söylenmemesi gereken , yüzyıllar boyu sıraları geldiğinde hep yutulmuş olan sözler söyleniyor bu karanlık delikte.Ağıtlara ya da pişmanlıklara yer yok artık : sizin de gayet net bir biçimde duyabildiğiniz gibi kapılar açılıyor (çok az kaldı).Neredeyim , ya da nereye gitmeliyim bilmiyorum : bildiğim tek şey olmam gereken yerde olduğum.

Size olacak şeyleri anlatmaya başlamalıyım artık , duyuyorum çok vaktim kalmadı...

Bilinmeyen yerde ilk gün : gözlerimin karanlığa alışma mücadelesi ve etrafımda sürekli nefes alıp vererek homurdanan şeyin ne olduğuna dair tahminlerle geçti.O her ne ise bilinmeyen bir sebepten dolayı bana dokunamıyordu , tıpkı benim mutlak karanlığa , bir daha hiç geri çekemeyecekmişim düşüncesi ile elimi uzatamayışım gibi.İlk gün (ya da günler-tahmin edeceğiniz gibi bilemiyorum-ya da bilmiyorum) böyle geçti ; karanlık ve ben iki acemi aşık gibi birbirimize bir türlü açılamadık.

Bu bahsettiğim zaman sıradan insanların hayat boyu yaşadıkları paradoksun mikro bir örneği gibiydi : uyandım (doğdum) ve uyudum (ve öldüm).Arada olanlar gerçekten anlatmaya değmeyecek şeylerdi , tıpkı insan hayatı gibi...

Bazıları hariç.Sizin hiç bilmediğiniz şeyler.Sürekli merak ettiğiniz şeyler hariç.

Eminim gittiğim yer hakkında bilmek istediğiniz bir sürü şey vardır.İnsanlar için biçilen hayat çok sıkıcı (en azından ödenilen bedel için çok az) ve eğlenceli kısım çoğu zaman gerekli materyalleri toplayabilenlere-ve kısmen de olsa bu şahıslarla sevişenlere açık.Bu yüzden (tabi sistemin ve tanrıların mutlu edemediği insanların cennet ile ilgili dinlediği masalların da büyük etkisiyle) insanlar hep merak ederler “öbür tarafı”.Ve insanoğlunun merak ettiği her şey ile ilgili bir çuval yalan uydurması kuralı bu nokta da işliyor.Melekler (hiç görmedim-belki kalbi tanrı sevgisi ile bembeyaz olanlara görünüyorlardır sadece) , şeytanlar (soğuk rüyalar dışında hayır) ya da ırmaklar.Aşık olanları cennetin en sıcak yerinde bile serinletecek sevgi ırmakları...

Ölümden öncesi ile ilgili konulardan belki de en popülerlerinden birisidir hayatın göz önünden film şeridi gibi geçmesi.Bunu arada sırada ben de yaşadım , bana sıkıntıdan salonu terk ettiren filmler bile bu kadar eziyet çektirememişti.Kötü bir yönetmenin , görmekten nefret ettiğiniz bütün oyuncuları toplayarak çektiği çok uzun bir film adeta , hayatımın en kötü sahneleri uzunca bir süre içinde defalarca geçiyorlar gözümün önünden.Belki de aslında kısa bir süredir , ama ben çok fazla sahne izledim , o yüzden hiç bitmeyecekmiş gibi geldi.Bitmiyor,bitmiyor,bitmiyor,bitmiyor,bitmiyor derken duruyor aniden.

Görüntü donup kalıyor.

O görüntüyü belki de günlerce yaşıyorum[E.a.1] .Hatalar,gözyaşları,arkamda bıraktığım insanlar bütün gördüklerim.Ağlıyorum,canımı yakıyorum,kusuyorum nefretten ama hiçbir şeye yaramıyor.Sıkıca kapadığım ve defalarca parmaklarımla çıkarmaya çalıştığım gözlerim bilinç altıma doğru dönmüş , sürekli o görüntüye bakıyor.

Ağlayan çocuklar.Kızgın büyükler.Sevmediklerim.Benden nefret edenler.Ölüler.İçindeki öfkeyi dizginlemeye çalışan peygamberler.Ya da önemsiz insanlar , kuru bir yaprak kadar önemsizken canımı günlerce sıkmayı başarabilen insanlar.Kör olmak , kör doğmuş olmak istiyorum defalarca , acı bir hayat boyunca görülmüş rüyalardan vazgeçtiriyor beni.Kabus , rüyaya üstün geliyor insana ait kanunların geçerli olmadığı bu karanlık bölgede.

Her şey tekrar karardığında açabiliyorum gözlerimi.İnanın hayatın renkli aldatmacasının yanında siyah (kötünün,mutlak yenilginin,dışlanmanın rengi-sevginin ve aşkın olması gerekirken tecavüzün ve şehvetin rengi-insanın rengi) öyle huzur verici oluyor ki.

Kapılar açılıyor.

III

Kabus hayatım oluyor ve hayatım bir kabusun içinde yeniden doğuyor.

Kıpırdayamıyorum.Ruhum yanıyor ve büyümeye başlıyor.Bedenime sığamıyorum , kolumu sallasam duvarları devirecekmişim gibi geliyor , ve onlar yaklaşıyorlar.Ne ya da kim olduklarını , ne için geldiklerini bilmiyorum.Çocukluğumun geçtiği evdeyim ve onların merdivendeki ayak seslerini duyuyorum.Sesleniyorum ama evde kimse yok , cevap gelmeyince kalkmak için silkelenmeye çalışıyorum ama olmuyor.Vücudum sözümü dinlemiyor , öyle ki ağlamak istiyorum ama göz yaşlarım bile anlamıyor beni , akmıyorlar.Büyük bir taş düşüyor göğsümün üzerine , canım yanmıyor ama tam nefes borumun üzerinde baskısını hissediyorum.Yaklaşan sesleri duydukça taş daha da bastırıyor üzerime , bağırmaya çalışıyorum yardım için ama ağzımdan sadece kanlı bir hırıltı çıkıyor.Geliyorlar , kapıda olduklarını hissediyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor.Kapıyı açtıklarında yapabileceğim tek doğru şeyin gözlerimi kapamak olduğunu düşünüyorum ama olmuyor.Kapı aralanıyor ama gölgelerin arasındakinin kim olduğunu göremiyorum.

Uyandığımda ilk olarak ayaklarımı , daha sonra da soğuğu hissettim.

Soğuk ve karanlıkla boğuşuyorum , bir çocuğun korkması için gerekli olan iki şey.Birden güneş doğuyor çelikle betonun arasından.

Kapı açıldı.Şafak.

Güneş gölgenin daha çok yerini ele geçiriyor her saniye ile birlikte.Küçük,siyah karıncalar kaçışıyorlar ışığın giremeyeceği yerlere doğru.Işık büyüyor.Sabah.

Şu an en güçlü anlarını yaşıyor ışık çünkü tam görmek istediği şeyi aydınlatıyor.Üzerime vuruyor ışık ve biri beni çağırıyor.Daha çok karıncanın mağdur olmaması için karşı koymuyorum.Kalkıyor ve dışarı doğru yürüyorum.Işık hala en tepede ve güçlü.Öğle.

Belki de saat on iki civarındadır dışarıda , bilemiyorum.

İşte koridorun soluk ve yapay ışığının altına çıktım.Yürüyorum , polislerin arasında ilerliyorum.Avucumu sıkıyorum avucumun içinden yere damlayan kanı görmesinler diye.Ellerimdeki kanları.Kendimden emin olmalıyım , ben değilim günlerdir nezarethanenizde misafir ettiğiniz adam.Ben hiç karakola gelmedim hayatım boyu ; bir kere şahit yazılmıştım o kadar.Onda da konuyla alakam yoktu zaten.Yürüyorum ve kimseden korkmuyorum , kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı.Yürüyorum ; yanından geçtiğimiz pencereden dışarıya bakıyorum ama bir bok göremiyorum , çerçeveyi seçebildiğime göre kör değilim , sadece gece olmuş.Karanlık bu geceki krallığını kurmuş yine , sabaha karşı yıkılacağını bilmesine rağmen.O vazgeçmiyor.Ben de vazgeçemem.Eğer vazgeçersem beni bir daha kabul etmeyecektir.Bunu göze alamam , vazgeçmemeliyim.

Beni böyle bir günde , böyle bir anda serbest bıraktıklarına göre hiçbir şeyi bilmiyorlar demek ki.Her zaman olduğu gibi hiçbir şeyden haberleri yok.

Yürüyorum ve kapılar tek tek açılıyor önümde.Sanki sonsuza uzanan koridorlarda son hayat enerjimin tükenmesi için dolaştırıyor beni bu polis.Gördüğüm pencerelerden anladığıma göre hala gece ve biz yürüyoruz.Eminim saatler ilerliyor ama yol arkadaşımın yüzündeki bitkin ifadenin donukluğunda bir ilerleme ya da gerileme sezilemiyor , sanki o sadece beni buralarda yürütmesi için yaratılmış.Ben buradan çıktığım zaman yok olacakmış gibi hissediyorum.Belki bunun için ona arkamı dönmem bile yeterli.Arkamı bir dönebilsem , hepsi bitecek.

Dönemiyorum.

Ellerim hala bağlı bu arada.Bana o kadar güvenmiyorlar demek , kendi üzerlerine zincirsiz salabilecek kadar.Bu güzel.Eskiden söylenmiş olan bazı şeyler bugün bile geçerli olabiliyor demek ki , kurdun kurt olduğunu hissetmesi için çok sayıda köpeğin ondan korkması gerekiyor.

Akıntıya bırakıyoruz kendimizi ve büyük , oval bir salona döküyor üzerinde yürüdüğümüz taşlar bizi.Yüzlerce polis ; bir şehrin damarlarının temiz olması için çaba gösteren mikroplar adeta , yaşıyorlar.Salonda dolaşıyor , konuşuyor , yemek yiyor , belki bu salonda üreyip bütün dünyaya düzen ve adalet dağıtıyorlar.Bilemiyorum.Her şey olasıymış gibi geliyor , bilincim bulanık ve beynimi suyun içinde belli periyotlarla sıkılan bir sünger gibi hissediyorum.Yıllar önce uzun geceler boyu yapılan tartışmalar geliyor aklıma (saçma ; dünyayı elitler yönetir !) , artık düşünmek de istemiyorum,Daha doğrusu ne yapmak istediğim hakkında hiç bir fikrim yok..

...derken buldum ne yapmam gerektiğini...Daha doğrusu bunu bana onlar gösterdiler.

Şimdi kapının dışarısındayım.İçerideki hareketli , olabildiğine boğuk ve olabildiğine erkek hayatın tam karşıt görüşü hakim sokaklarda ; gökyüzü pırıl pırıl , aldığım her nefes yaşma içgüdümü tazeliyor ve sokak bomboş.Gece yapay ışıkla korunmayan her yeri ele geçirmiş , kendi dünyalarının kralları olan erkekler terk etmişler gündüz sahip oldukları tüm kaleleri...Şimdi bütün mevziler karanlık kadınların.Gece gibi suskun ve çekici kadınlar , kadın gibi karanlık bir gecenin tek sahipleriler şimdi...

Artık gitmem gerekiyor.Şahitlik etme zamanı yaklaştı.Bir kez daha karanlık alması gerekeni alacak , bedenden bedene sevgi yerine kan akacak ve o bir kez daha kazanmış sayacak kendini.Engel olamayacağımı biliyorum , yapmam gereken şey oraya gidip olabilecek bir mucizeyi beklemek.

Avucumu iyice sıkıyorum akan kan kesilsin diye ama hiç etki etmiyor.Ona vurduğum günden ; onu başından , tam alnından yaraladığım günden beri durmuyor.Lanetlendim , hem de onun kendi kanıyla.Belki canı yanıyor , bilmiyorum ama vücudu elimde kanıyor.Sadece ben görüyorum.Artık lanetliyim , diğerlerinden daha az farkım var.

Gideceğim yer iyice silikleşiyor zihnimde , bulamama endişesi ile hızla binanın yanındaki sokaktan ana caddeye çıkıyorum.Etrafımda daha çok insan var şimdi.Benim ve arkadaşlarımın hayatları daha gerçekçi olsun diye yaratılmış insanlar.Topraktan , binalardan , bilgisayar çiplerinden farklı olmayan insanlar.Hepsi bu dünyanın karnından çıktılar , bu dünya ile açıklanmayacak hiçbir şeye sahip değiller.Ne yaparsan yap üzülmüyorlar , onları üzmekten korkmamalıyım (o kadar fakir değilim , insanları üzmekten korkacak kadar değil) . Sadece ben ve arkadaşlarım için yaratıldılar.Belki ruhları var , hayatı yaşamak için mücadele veriyorlar belki de biz yanlarından geçip onları göremeyecek kadar uzaklaşınca biraz durup rollerini iyi yapıp yapmadıkları düşüncesiyle endişeleniyorlar.İnsan yapımı bir makine gibi kaskatı kesilip sistemin yeniden onlara ihtiyaç duyacağı anı bekliyorlar.Belki ruhları var , belki üzülüyorlar herhangi bir şeye bile...Bilemiyorum...Kafam hala bulanık.

Aralarında ilerliyorum gideceğim yeri bilmeden.Ter kokularını , ayırt edilme endişesi ile sürdükleri parfümlerini ve hiçbir kokunun gizleyemediği nefretlerini hissediyorum.Duydukları hınçla hayata kırmızı perdelerin arkasından bakıyorlar , nefretlerinin açtığı yolda onları kimsenin durduramayacağını bilmeksizin boğuşuyorlar zorluklarla.Yürüyorum aralarında ve farklı olduğumu anlayamıyorlar (telaşlanmamalıyım) , herkese standart olarak gösterdikleri hınçtan fazlasıyla karşılaşmıyorum bu yüzden.

Yürürken attığım her adıma iki saniye daha fazla yaşamanın mutluluğu enerji veriyor , iki saniye daha geçiyor ömrümden beni hüzne boğarak ve ben iki saniye daha olgunlaşıyorum erkenden atılma korkusu yaşadığım bu oyunda.İnsanlar yaşıyor , ben de yaşıyorum ve bu konudaki görüşünden hiç taviz vermeyen insanoğluna rağmen dünya da yaşıyor.Attığım adımlar büyüyor (telaşlanıyorum) ve yavaşça koşmaya başlıyorum , bakışlarımın dolaştığı yerlerde insanlar , hor kullanılmış kabuklardan farksız bakımsız etten kılıflarıyla yaşamlar yürüyor.Nefes alıyorlar , ve verdikleri her nefesle hava daha da kirleniyor , çürüyen organlarındaki bütün kırık hevesleri , söylenmeden ağza tıkılmış tüm cevapları , kalbe bir jilet gibi saplanan sıtmalı aşkların kanını dışarıya karbondioksit olarak veriyorlar.Nefretlerini kapının önüne çöplerini boşaltır gibi dışarıya boşaltarak nelere yol açtıklarının farkında değiller.Onların geceleri kirlettikleri havayı biraz olsun temizlemek , nefes alınabilir hale getirmek için her sabah ağlayarak gökyüzünü ıslatmaktan bıktım ! Şimdi düpedüz koşuyorum , paçalarım çamur oluyor ama umurumda değil , sanki ayaklarımın altında bitişi çizgisine doğru her saniye biraz daha eriyen metreler bütün yaralarımı iyileştireceklermiş gibi hissediyorum.Koşuyorum ve insanların bakışları yoğun havayı yararak uçuşan kurşunlar gibi sağımdan solumdan geçiyorlar.

Gitmem gereken yerin neresi olduğunu bilmiyorum ama oraya gitmezsen yine üzerime taşlar düşecek , biliyorum orayı bulamazsam onlar yine çıkacaklar sinsi gülüşleriyle merdivenleri.Düşünüp hatırlamaya çalıştıkça beynim kanıyor adeta.Acıyor ama yine de zorluyorum.Oraya beni içgüdülerim götürebilir sadece , bir de sahibine yaklaştıkça ısınan kan.Kanı takip et...

4our

Hayat çelişkilerle dolu.İnsanoğlu doğduğu günden itibaren uzun bir serüvenin içinde bulur kendini ; iniş ve çıkışlarla dolu bir yol , bir plandır hayat.Geçtiği yerler ve ayağına takılan taşlarla büyür , ve neredeyse tek amacı olabildiğince yukarıya çıkabilmektir.

Düşmeyi asla hayal etmez , öyle ki insanı şekillendiren herşey olanca koyuluklarıyla lanetlemişlerdir düşüşü ; düşen melek[1] , düşen insanlar , hepsinden uzak durulur ve kibirli gözlerle seyredilir bu yolculuğun bazıları için hüzünlü bir şekilde sona erişi.

İnsan düşmemelidir ; ama şu an omuzlarıma sertçe vuran yağmur tanelerinin varlığının tek gerekçesi düşmeye duydukları açlık olmalı.Düşer ; metrelerce , yüz metrelerce hiç hız kaybetmeden yaklaşır dünyaya , yere çarptığında ise tamamen dağılır ; sahip olduğu tek şey özünü kaybederken özüne , yaradılışının gerçeğine bir anlık bile olsa sahip olmaktır...

Herhalde.Bilemiyorum , kafamın içinde kocaman fareler beynimin içini kemiriyor.Her saniye sona daha da çok yaklaştıklarını ; ama doyamadıklarını hissediyorum.Her geçen saniyeyle birlikte birkaç günü daha kaybediyorum anılarımdan.Sevgililerimi , babamın sesini , yaprakların hışırtılarını hatırlayamıyorum.Geçmişi kaybolan bir adamım ben artık , geleceğim ise temelsiz bir evden , köksüz bir ağaçtan ibaret artık...

Yağmur hızlanıyor ve ben o sonsuz anı bekliyorum.Çalıların arasından izliyorum şehrin yüzlerce çıkışından biri olan bu otobanı.Çoğu insan hiç uğramadı buraya , binlercesi ; hatta milyonlarcası için bir numaradan ibaret belki de.Bir numara.Acaba bu numara yahudi kabalasında benim için ne söylerdi ? Ölüm mü , yoksa kurtuluş mu ? Artık fal baktırmak için çok geç.Yaklaştıklarını hissediyorum.

Yol garip bir şekilde bomboş.Yolun kenarlarını mesken tutan evsizler de ortalarda gözükmüyorlar.Ters giden bir şeyler var ; yol kenarındaki ateş hala yanmamış.Kızıl saçlı kız bu soğukta üşüyor olmalı.Neyse , bu o kadar da önemli değil ; herhalde artık üşümemeyi öğrenmiştir.

İşte yaklaşıyor , birazdan kaldırılmaması ilahi sebeplere dayanan bir telgraf direğine çarpacak , onun öldüğünü ; ve efendime ulaştığını göreceğim.Görevim bitmiş olacak insanların nefret kokan dünyalarında.

Yaklaşıyor , çok az kaldı.Kurtuluyorum sürekli anlaşılmama endişesine sahip olmaktan.Rahat bırakılmak için şizofren bakışlar fırlatmak zorunda kalmayacağım artık.Ah insanlar , yapmanız gereken şey asla öğrenemeyeceğiniz şeydi , bunu asla bilemeyecek ve asla mutlu olamayacaksınız.

Artık çok yakın.Kapıların açıldığını buradan bile hissediyorum.

Durdu.Araba direği geçti ve biraz ötesinde durdu.İnen iki kişinin hayatta olduklarını görebiliyorum , yolun kenarında duran ev yıkıntısı gibi bir şeye doğru ilerliyorlar.O yaşıyor , demek ki mehmet işini yapamadı.

O zaman bunu benim yapmam gerekiyor.Milyonlarca yıl önce gönderdi tanrı ölümü dünyaya , bu mavi elbiseli bu iki adamın da bir gün herkes gibi ölecekleri anlamına geliyor.O gün ; bugün olmalı.

Ayağımın yanında duran taşı alarak onlara doğru yürüyorum.Mavi pantalonlarının paçalarındaki kurumuş çamuru görebilecek kadar yakınım şimdi onlara.

Taşı sertçe soldakinin kafasına vuruyorum.Kanlar saçarak yere düşüyor , kandan kıpkırmızı olan şapkasına basarak ötekinin üzerine atlıyorum ; bana silaha benzer bir şey doğrultuyor ve taşı göğsüne vuruyorum.Bağırarak sırt üstü düşüyor ; şimdi üzerindeyim.Gırtlağımı sıkmaya çalışıyor ; taşa tekrar uzanıyor ve tam burnunun üzerine vuruyorum , artık burnu yok.Sonra tekrar , tekrar , tekrar...

Şimdi ikisi de yerde hareketsizler.Gözlerimdeki kırmızı perdeler kalkıyor.Görev bitmiş olmalı , artık aşağıya inebilirim.

Eminim biri ya da bir şey beni aşağıya alacaktır.

Ama olmuyor.

Çıldırmak üzereyim ; kafamı sağa sola çeviriyorum.Gökyüzünden bir işaret bekliyorum ama bulutlar aralanmıyor , duymayı beklediğim ilahi sesten ise hiçbir iz yok.Bir şeyler bulmak üzere arabalarına yaklaştığımda...

Yerde yatan iki adamın buraya bir polis arabasıyla geldiklerini görüyorum.Arkama dönüp cesetlere gözümdeki kırmızı perdeler olmadan baktığımda ise öldürdüklerimin Yaralı adamın bana Mehmet ile Selim olduklarını söyleyip zihnime yüzlerini kazıdığı kişiler değil iki polis olduklarını görüyorum.

Kahretsin.

Polisler neden geldi ?

Daha da önemlisi Mehmet ile Selim neden gelmediler ?

Polislerin yanında durdukları yıkıntıya biraz daha dikkatli baktığımda ise onun kafamda canlandırdığım gibi yıllar önce yıkılmış bir ev değil , yanmış bir araba olduğunu anlıyorum.

Biraz eğri duran bir telgraf direğine çarpmış bir araba.

Gözlerimden sonra zihnimdeki perde de kalkıyor ve hatırlıyorum ; dün yaşanan kaza sırasında burada olduğumu ve geceyi ifade vermek için karakolda geçirdiğimi.

- “Eminim boşa harcadığın ömrün boyunca bizim sadece kumar oynayan insanlarla ve fahişelerle uğraştığımızı düşünmüşsündür.”

Gördüğüm kadarıyla yarası hala geçmemişti.Her zamanki gibi alaycı ve

tehditkar bir ifadeyle gözlerime bakıyordu.

- “Ben hep tanrı ile aranızda masum insanlar ve günahkarlar diye bir ayrım yaptığınızı düşünmüştüm.” Söylediğim şeyi daha önce çok duyduğunu anlatmak istercesine sessizce gülümsedi :

- “Masum mu ? Böyle bir ayrım olsa bile yine de listemin üst sıralarında bir yerde olurdun.Yaptıkların asla bağışlanamaz.”

- “Yaptıklarım mı ? Ben ömrüm boyunca hiç günah işlemedim ! Hayat tarzımı tanrı belirler ; tıpkı diğer arkadaşlarımınkileri belirlediği gibi.”

- “Ömrünü bir mabette geçirmiş olman seni bu kadar gururlu yapıyor ; anlıyorum.Peki ; neden sürekli ona tapmak yerine bir an durup onun sizin gibi küçük yaratıklardan gerçekte ne istediğini ; ya da ne isteyebileceğini düşünmedin ? Yarattığı balık için okyanusu yaratan[2] , sana muhtaç olabilir mi ?”

Durup bir an için durumuma dışarıdan baktığımda bu tartışma için ne

kadar geç kaldığımı fark ettim.Ben , bütün hayatını tanrısının emirlerini uygulamaya ayıran ben , onu reddedenin hizmetkarları tarafından aşağılanıyordum.Ümitsizliğin verdiği rahatlıkla son bir soru sordum :

- “Peki senin gelmeni sağlayacak kadar önemli olan günahım ne ?”

- “Yüzyıllardır körlükle bağlandığınız her tapınağı yakanlar da sizler oldunuz.Türünüz artık tolerans sınırlarını aştı , gözlerinden perdeleri biraz kaldırılmış olanlarınız sonun yaklaştığını görebiliyorlar.Ama siz , göremeyenler girdiğiniz batağa her gün biraz daha saplanıyorsunuz.Ve sevginin nefrete dönmesi ile nefretin şiddeti paradoksal olarak her gün artıyor.Her geçen gün sokaklarınız daha yaşanmaz oluyor.Kadınlarınız artık eskisi gibi mutlu değiller , ve çocuklarınız şiddetin beyninde büyüyorlar.Günaha biraz bile yatkın olanlarınız ; mesela sen , ufak bir kışkırtma veya ödül vaadiyle gölgelerin içine girebiliyorlar.Haydi kendi ağzınla söyle , sana ne vaadedildi ?”

- “Korktuğum tek şeyin aslında olmayan karşıtı.Sonsuz hayat...” Sözler kendi istemim dışında ağzımdan dökülmüştü.

- “Basit bir şey için seni yaratana karşı geldin , öldürdün.Onu hiç anlayamadığınız , emirlerindeki kırçılları görmeden sadece siyahın yanındakiler ve sadece beyazın yanındakiler diye ayırdınız kendi kendinizi.Sizi ayırmaya o gerek duymazken , bunu kendi kendinize yapmaya kalkıştınız.Sonunuzu ise ; ne yazık ki göremeyeceksiniz.Sen ise , şimdi benimle geliyorsun.tıpkı ruhları sonsuza dek kaybolan diğerlerinin binlerce yıldır yapmak zorunda olduğu gibi.”

Sonra , onunla gittim.Tek tek açılan yedi kapıdan geçtim ve son durağıma

geldim.Ölüm gibiydi ölüm ; karşı konulmaz ve adil.Uzun süreden beri buradayım , ruhu çoktan kaybolmuş bir adam olarak ; insanlığını kaybetmek üzere olan genç bir yazara onun ne kadar önemli bir şey olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum.

son

Hiç yorum yok: